ÖFKENİN İNTİKAMI
Ben hep müzik eşliğinde yazarım birşeyleri ama gel gör ki ilhamımı alacağım parça bambaşkayken, Youtube reklamları tüm ilhamını alıyor içinden. Parçamı dinleyip tam ilhamlanacağım derken 'Polo halkalııı şekeerr döndür çevir yeteer' şarkısıyla yarı yolda kalan ilhamıma bakıyorum. Ne diyecektim? Neyse...
Kişisel gelişim kitaplarını her birimiz biliriz herhalde? Ben genelde sıkıcılarına denk geldim hep. Mesela birinin adı Si*tir Et di. O yıldız di mi? Çok etkileyici.. Siktir Et! işte.. Kitap boyunca her cümlenin sonunda siktir et kelimesi vardı. Nasıl geliştim nasıl geliştim anlatamam. Bence ben kendi yazdıklarımla kişisel gelişimimi tamamlayacağım. Buna gerçekten inanıyorum. Sonuçta her birimiz okuduğu bir yazıda, kendinden birşeyler, korkular, umutlar bulmaz mı? Kendini bulmaz mı biraz da? Bende yazarken beni bulma yolunda ilerliyorum bence. Belki eğlenceli kişisel gelişim ben olurum?
Ne yazacağınızı düşünmeden yazın arkadaşlar; kendinize söyleyemediklerinizi, başkalarına sustuklarınızı, kağıda konuşun. Gibi resmiyetler… Ay ciddiyet mi.. hiç benlik değil. Ciddiyet bence sıkıcı. İçim şişiyor sanki ciddi olunca. Ciddi olmam gereken yerlerde tabiki de ciddi oluyorum ama fazla uzun sürmüyor sıkılıyorum. Güya, mutluyum dediğim an içerisinde mutluydum. Ne oldu bilmiyorum ama bir sürü şey eksik. Ben eksiğim sanki. Bazen de kızıyorum kendime; millet aç susuz, birileri hasta, birilerinin evi yok, birileri sakat daha ne istiyorsun belanı mı? diye ama.. Nafile. İnsanoğlu böyle işte hep daha fazlasını istiyor. Oysa ki, ben en ufacık şeylerle mutlu olan insandım. Gerçekten zor değildi beni mutlu etmek. Hatta dünyanın en kolay şeyi falandı. Ama şimdi değil işte. Şu an mutsuz olmak için bir sürü sebep bulabilirim kendime. Yoksa da bulurum yani o derece. Görüyorum ki öfke en tehlikeli duygu. İçindeki intikamın pimini çekiyor ve sen ne zaman patlayacaksın diye tedirgin bir halde bekliyorsun. Öfke duygusu en çok duygunun sahibini yiyip bitiriyor. Sonra diyorsun ki, intikam alsam ne olacak elime ne geçicek diye ama yine de, aklındaki intikam duygusu hiç bir yere kımıldamadan, yine de orda, duruyor. Yani kısır döngü haline geliyorsun. Öfke duygusuyla bu labirentin içinde birbirinizi kovalayıp duruyorsunuz. Peki niye? İnanın sizin sorduğunuz gibi ben de kendime soruyorum.. Götünden bile haberi olmayan karaktersizin birine aşık olursunuz (sanırım herkes bir kez yaşamıştır) ve lafta değil gerçekten karaktersizdir. Düşündükçe mideniz bulanır sonrasında. Öyle bi duygudur ki gerçekten canlılığından habersiz olduğunuz o kelebekler, onun sesini bile duyunca götünüzden çıkar. Eliniz ayağınız gemici düğümü olur. Ve ne yaparsa yapsın o mükemmeldir gözünüzde. Çünkü o sıçtığımın aşk perdesi gözünüzün önüne katarakt gibi inmiştir. İnanın ışın tedavisi falan da kaldıramaz o göze inen perdeyi. Halbuki o mükemmel sandığınız adamın 10 cümlesi varsa 9'u yalandır ama siz o kadar körsünüzdür ki ya da benim gibi o kadar “Polyanna”sınızdır ki, o tek bir cümlenin doğru olma ihtimaline karşı umut besler, inanır, herşeyinizi feda edersiniz. 'Ya doğruysa? Yapmazsam içimde kalır' diye diye bir bakarsınız siz yoksunuz. Sonra öğrenirsiniz ki siz onun için ölüp geberirken, seninle mutsuz olmak istiyorum bile derken, o sizi en yakın arkadaşına pazarlamıştır. Özeliniz yoktur, siz var sanırsınız ama herkes çoktan o özele ortak olmuştur. Ne kadar da salağız diye kendi kendine söylenmek bir sonuca ulaştırmaz. Yine de gözünüz biraz olsun gerçekliğe açıldığında o öfke içinize öküz gibi oturur ve bir daha kalkmaz. O pembe dünyanızdan gerçek dünyaya dönüşünüz çok acılı ve sert olur. Gökyüzünden aşağı kanadı kırık bir kuş gibi yere çakılırsınız. Kalkarsınız ama hem yaralısınızdır hem de öfkeli.. Öfkeyle kalkıp zararla oturursunuz yine kıçınızın üzerine. Oturdum, ve oturduğum yerden de hiç ama hiç kalkasım yok.
Mutluyum demek istediğim bir an bile yok. Şikayetçiyim herşeyden, memnuniyetsizim, huysuzum. Sonra bi durup düşünüyorum "aşık olsam keşke ya" diye ama sonra çok hızlı bir şekilde geçiyor o düşünce. Kafayı mı yedin daha dersini almadın mı diyorum. Hayır almıyorum ben ders falan, akıllanmıyorum da, yine olsa yine yaparım bunu benden daha iyi biliyorlar. Bir gün sevdiğim insanlardan biri bana hangi dünyada yaşadığımı sordu. Bu dünyada yaşamadığım kesin dedim. Peki ya gerçekten ben hangi dünyada yaşıyorum? Bir adı var mı bilmiyorum ama herkesin doğru söylediğine inanmak istediğim ve inandığım bir dünya da yaşıyorum. Daha pembeye kaçan bir dünya. Ama işte gerçeklik böyle değil her defasında daha acı bir şekilde öğreniyorum. Herkes biliyor ki beni çağırsalar ben giderim düşünmem. Arkadaşım olsun, sevgilim olsun, eski sevgilim olsun giderim işte. Asıl sorun şu ki ben çağırdığımda herkes yok olur. Bencillik mutluluktur. Belkide bencilliği öğrenemediğim için mutsuzumdur. Bi arkadaşım arasa, saat kaç olursa olsun, yardıma ihtiyacı olduğunu söylese bir dakika düşünmem giderim. Ama o arkadaşlar ben çağırırsam ya gelmezler, ya da umursamazlar. Kendi canları ne istiyorsa onu yaparlar. Ben başkalarının isteklerine göre yaşarım işte aman kırılmasın, aman gönlü olsun. Bunları diye diye mutluluğunuzu yedirirsiniz başkalarına. Sadece başkalarına değil kendime de yediriyorum. Ama harbiden yediriyorum. Stresten kendimi yemeğe verdim öküz gibi oldum. Kendimden de mutsuzum. Ama canım birşey de yapmak istemiyor. Yataktan çıkmak istemiyorum. Bir yere gitmek istemiyorum. Herşeye üşeniyorum. Yaşamaya üşeniyorum sanki. Her diziye, her filme, ota boka ağlıyorum. Bu kısır döngünün içinden çıkmak için birine ihtiyacım olmamalı. İstemiyorum da birini. Sadece kendi istediğim şeyleri başarmak istiyorum. Ama kendi hayallerim içinde de bir bok olmayınca iyice mutsuz oluyorum. Sonra mutlu olmak için tekrar hayal kuruyorum. Birisiyle konuşmak istiyorum ama olmuyor. Ördüğüm duvarlarımı yıkamıyorum. Kimseyi kalemin içine sokmak istemiyorum. Bir kez soktum. İndirdim tüm gardımı, yıktım duvarlarımı. Sonra hayal dünyamda kayboldum göremedim gerçek dünyayı. Geriye tek kalan da kendime duyduğum öfke oldu. İyi yanından bakarsam, en azından yazıyorum. Kimseyle konuşmuyorum ama kendimle konuşuyorum (Polyanna iç sesi yine konuştu). Kendime olan öfkemi bu yolla atacaksam, atabileceksem bunu yapıcam. Yapıcak birşey yok. Bir şekilde sonu olmalı bu labirentin. O fareyi de labirentin sonundaki peynire bir şekilde ulaştırıyoruz sonuçta ama di mi? Korkuyorum. O bana gerçekten değer veren insanların verdiği değerdeki insanın değişmesinden korkuyorum. Çünkü en niyahetinde hepimiz biliyoruz ki değişmeyen tek şey değişimdir. İnsan bir günde bile değişebilir. Ben o “iyi” dedikleri insanı saklamaya çalışıyorum. Kendi kurallarımı korumaya çalışıyorum. Ben de o acıtanlar gibi yalancı, karaktersiz olursam, ben ben olmam ki. Ama asıl sorun şurda: önceden deli gibi ağladığım, çok acı çektiğim şeyleri bir daha yaşadığımda hiçbir şey hissetmiyorum. Hissizliğime üzülüyorum biraz da. Kaybolan “Ben’e” üzülüyorum. Hani nerde o hassas, düşünceli kız, diyorum. Sadece hayal dünyasına üzülen, sadece dizilere, filmlere ağlayan biri haline geldim. Yani yine gerçeklikten çok uzağım. Uyuyorum. Yapıcak birşeyim olmadığında uyuyorum. Her uykudan önce uyandığımda her şey daha farklı olacak umuduyla uyuyakalıyorum. Her uyandığımda da her bi zıkkımın kökünün aynı olduğunu görüyorum. Bi sonraki uykumda tekrar aynı umutla uyuyorum.. Yine bir kısır döngü. Dediğim gibi, öfke insanı yiyip bitiren en güçlü duygudur. Tekrar en başa döndüm. Hele kendinize öfkeliyseniz bunu en kısa zamanda fark edip bir şekilde bir yerden atmak zorundasınız. Yoksa hırslarınıza yenik düşersiniz ya da umutlarınıza sarılırsınız. İntikam da soğuk yenen bir yemek falan değildir. Yerseniz görürsünüz o da midenize bir öküz gibi oturur. Sonra, 'Eee noldu şimdi? Yaptım da noldu?' sorularıyla baş başa kalırsınız. Ama yine de öfke işte, intikam hayalleri bile insanı rahatlatıyor. O intikamın kurulan hayallerinden de öfkem besleniyor. Sonuç olarak sıfıra sıfır elde var sıfır. Bu da bence kesinlikle “Öfkenin İntikamı”. En iyisi ben aşık olayım. Ay ne diyorum ben; saçmalama, almadın mı dersini sen? (:
- Gece (11.03.2014)
KARMA KIRIŞIK (Gece'den savrulanlar)
Boşlukları hayatla dolduranın hikâyesidir okuyacaklarınız.. Gece'nin kaderini paylaşmaya niyetliyseniz, ayrıntılara göğüs gerin; ve bilin ki, meselenize özen ve düzen değildir bu özel kelâmlar. Çünkü, verecek ışığı olmayana, 'Gece' hep zifiri karanlıktır...
İLETİŞİM İÇİN:
Yazarın diğer eserleri:
Birileri, 'paylaşmak' mı dedi demin?