top of page

KALLAVİ TÂBİR  ( Paşa'dan, caiz tabirler...)

 

Tutarlı bir isyan, içi dolu cümleler, kararlı bir bünye, azimli bir fıtrat, her kula nasip değildir. Paşa, nasibini bulmuştur, nasiplendirmeye gelmektedir...

Bugün itibariyle, gerek Cemaat gerekse Erdoğan tam olarak savaş halindeler. İki taraf da artık bu işin sulh olabilme ihtimalinin kalmadığının ve birbirlerini bitirmeleri gerektiğinin farkındalar. Bu savaşın kazananı, ancak ve ancak ülke genelinde oluşacak olan algıya göre belirlenecek. Üzerinde durulması gereken şey ise iki tarafın da bu algıyı yaratmak, genişletmek ve yönetmek için ihtiyaç duyacağı tecrubeye sahip olmalarıdır. Türk Ordusu üzerinde bu algı yaratma işi gerek günün şartları gerekse yeni sivil siyasetin gereği olarak Balyoz, Ergenekon ve diğer davalar yoluyla yerine getirilmiştir. Geçmişte darbe yolu ile yapılabilen yönetim tarzı şekil değiştirerek davalar yoluyla yerine getirilmeye başlanmış ve psikolojik harp bu yönde ilerletilmiştir. Cemaat bu davalar sırasında yargıda ve emniyette ele geçirdiği kadroları kullanarak bu işin yürütmesini gerçekleştirmiş, basında sahip olduğu gazeteler ile de bu davların alt yapılarını hazırlamıştır. Özellikle de 12 Eylül referandumu bu bakımdan Cemaat’e istediği fırsatı vermiş ve bütün kadroları ile özellikle giremediği Yargıtay, Danıştay ve yüksek yargı makamlarına girebilmiş ve hatta çoğunluğu bile elde etmiştir. Erdoğan’ın Cemaat’e güveni de en azından burada karşımıza çıkar, o bile bu kadronun kendisine karşı geleceğini öngörememiştir. Cemaat’i analiz ederken akılda tutulması gereken ilk şey, örgütlü binlerin örgütsüz milyonları yönetebileceği gerçeğidir. Cemaat de belki de dünyada bile bunu becerebilmiş olan en güçlü organizasyonlardan bir tanesidir.

 

Erdoğan son günlerde, özellikle de konuşmalarında, yeni bir Kurtuluş Savaşı’ndan bahsetmektedir. Aslında Erdoğan, bu söylediklerinde de sonuna kadar haklıdır; bunu, Erdoğan’ı devirmek isteyenin kim olduğuna bakarak bulabiliriz. Bu güne kadar girmiş olduğu her savaştan ve gerilimden Erdoğan kazançla çıktı, ilk defa, hükümeti, 11 senelik iktidarı boyunca, askeri muhtıradan bile etkili bir darbe yedi ve bu da onun en zayıf olduğu yolsuzluk konusu ile geldi. 11 senedir AKP ile her işi birlikte götüren Cemaat pek tabii olarak bunun hazırlığını yapmış, gerekli olacak bütün ispat araçlarını da toplamıştı. Cemaat’in çalışma şekli bu şekilde olup bunu gerek Ergenekon, gerek Balyoz ve diğer süreçlerde, Baykal’ın ve MHP’li vekillerin kaset skandallarında ve hukuksuz ve illegal yapılanmalarında zaten ortaya konmuştu. Burada ilginç olan ise Erdoğan gibi zeki bir liderin bunu gözden kaçırmış olmasıdır, amma ve lakin Erdoğan bunu fark edip Cemaat’i bitirmek için onların en temel taşını, dersaneleri kapatmaya çalışmış olması zaten bu kavgayı bugun buraya getirmiştir. Ancak Cemaat bunun önüne geçti ve bu güne kadar Erdoğan ile ilgili olarak topladıkları kirli çamaşırları ortalığa sermeye başladı. İsteseydi Cemaat, AKP ve Erdoğan’ı bir hafta içinde hükümetten düşürebilirdi, 4 bakan ve 17 Aralık operasyonu ve devamında gelmesi beklenen ancak hükümetin önüne geçtiği ikinci dalga hala Erdoğan’a yönelik olup onu diz çöktürmeyi amaçlamaktadır. Yoksa, istenseydi, bu operasyonlara benzer ve çok daha fazla sayıda operasyon ard arda hükümet düşene kadar yapılır ve en sonunda da Erdoğan, hükümetten düşürülürdü; Cemaat’in bunu yapabilecek örgütü, gücü ve topladığı delilleri var zaten; ki son on senede buna benzer pek çok operasyonu birlikte başka güçlere karşı yaptılar. Bu nedenle hala Erdoğan’ın düşmemiş olmasının sebebi Erdoğan’ın kendisi değil, Cemaat’in şu anda Erdoğan’ı düşürmek istememesidir.

 

Bu tespitleri yaptıktan sonra incelenmesi gereken şey, Erdoğan’ın konuşmasındaki yeni Kurtuluş Savaşı tespitidir. Başbakan bu ifadeyi kullandığında diğer kesimler bunu İstiklal Savaşı ile karşılaştırmış ve Erdoğan’ın kendisini Atatürk gibi gördüğünü düşünüp, bunu onun daha da otoriterleşen karakterine vermişlerdir. Bu konuda haksız da değillerdir, Erdoğan son dönemde iyice sertleşmiştir ve tek adam diktası yolunda ilerlemektedir. Gerek Gezi’de gerekse bu son olaylarda Erdoğan herkese kucak açabilme şansını tepmiş, iyice otoriterleşerek ülkeyi çıkmaza sokmaya başlamıştır. Erdoğan aslında gerçekten bir İkinci İstiklal Savaşı vermektedir ve onun karşısında yer alan güç ise Amerika’dır. Amerika, Erdoğan’ı başa getirmiştir ve iktidarı sırasında ne zaman Erdoğan’ın karşısında bir güç dikilmeye kalksa, ABD desteği ile Erdoğan bu engelleri aşmış, bütün kalan diğer güçleri Cemaat’in de yardımıyla darmadağın etmiştir. Bunun örnekleri de sırayla, ordu ve yargı olarak verilebilir. Bunu Amerika’nın siyasi ve iradi desteği olmadan zaten yapabilmesi de imkansızdır. Ülke içinde gittikçe güçlenen Erdoğan kendisine karşı olabilecek olan bütün kurumları ele geçirmiş, değiştirmiş ve dönüştürmüştür. Amerika’nın çıkarları ile kendisinin çıkarları birlikte devam ettikçe onların arasındaki ilişki de çok güzel bir şekilde devam etmiştir. Bilinmelidir ki, bundan bir sene önce bütün yandaş basın Erdoğan ve ABD gezisini ballandıra ballandıra anlatmış ve bunu bir öğünç kaynağı olarak ortaya koymuşlardır. Buradan bakılması gereken de, aslında son döneme kadar ortada olan anlaşmazlıkların ve çatışmaların, o seyahat döneminden beri taraflar arasında sessizce çözülmeye çalışılmasıdır.

 

Gülen, Erdoğan’a karşı olan videosunda da olduğu gibi, öfkelidir, çünkü aslında Gülen’i bu kadar kızdıran kişi Erdoğan’mış gibi görünmesine rağmen, aslında Amerika’dır. Yoksa bir imamın çıkıp bağırıp çağırıp lanet okuması durumu, en hafif tabiriyle abestir. Çünkü ABD bu kadar destek ve yardıma rağmen özellikle son dönemde kendi çıkarlarından uzaklaşmış olan Erdoğan’ı kontrol altında tutamamaya başlamıştır ve bu da Amerikan çıkarlarının tersinedir. Bu nedenle de Amerika, Gülen üzerindeki baskısını arttırmış ve bugun gelinen noktada Erdoğan’a asıl darbeler eski cenah düşmanları tarafından değil Cemaat tarafından verilmiştir. Siyasi analizler yapılırken, ülkenin ABD ve Batı ekseninden Rusya ve Çin eksenine doğru kaymaya başlamış olması, Çin yapımı füzelerin alınması macerası, İran’la yapılan kara para aklama durumu, yine ABD ile Türkiye arasında BM de ortaya çıkan İran anlaşmazlığı, Erdoğan’ın Büyük Ortadoğu projesinden uzaklaşıp Ortadoğu’da guç sahibi olabilmek için bir sunni blok kurmaya çalışması artık Erdoğan’ın güçlü Türkiye için ABD’den ayrı bir yola doğru çıktığını kanıtlamaktadır. Ki Erdoğan, güçlü Türkiye derken de bunu kastetmektedir. Sonuçta bu ülkenin daha güçlenebilmesinin yolu ortak değerler üzerinden çevre ve komşular ile iyi birliktelikter kurabilmekten geçer, ki komşularla sıfır sorun politikası da buna güzel bir örnek olarak verilebilir. Erdoğan da ortak payda ve hareket edebilecek değerler olarak İslam’ı, eski Osmanlı köklerini seçmiştir ki her ne kadar ben kişi olarak bu değerleri asli değer olarak ileri sürmeyecek olsam da ülke olarak etki alanını genişletmenin temel alt yapısı bu genişlemeyi belirli politikalara dayandırabilmektedir. Erdoğan da bunu eski Osmanlı’dan kalma değerleri güçlendirerek ve doğru bir şekilde yayılmaya çalışarak gerçekleştirmek istemiştir. Her ne kadar toplumun bazı kesimleri buna karşı çıksa da her ülke kendisinin güçlü olduğu değerler üzerinden hareket eder, tıpkı Amerika’nın her zaman kendi kültür ve yaşam tarzını satması gibi. Türkiye’nin de sınırlarının aşabilmesinde kabul edebileceği çok fazla seçenek değer yoktur, millet değeri ile zaten gelinebilen değere gelinmiştir, e Batı bloku ve ABD ekseninin de Türkiye’yi bugüne kadar getirdiği yer ve borç da ortadadır. Farklı kültürleri benimsemek yerine kendi öz kültürünü benimsediğini savunan Erdoğan pek tabi kendi hayatından yola çıkarak bunu doğru olarak kabul etmiştir. Güçlü olma meselesi, siyasi bir mesele olmanın ötesinde fiilen nelere gücünün yetebileceği ile ilgilidir. Ülkemiz de ilk yerli yapım füze denemesini yapmıştır, yerli savaş gemisini kendisi üretebilecek hale gelmektedir ve bu gelişmeler ve özellikle de Ortadoğu ve çevresinde güçlü, hareket kabiliyeti yüksek bir ülke haline gelinmesi dış güçlerde rahatsızlığa sebebiyet vermiştir. Bu duruma örnek olarak da Hitler Almanya’sı verilebilir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yenilerek çıkan Almanya, Hitler’in önderliğinde gerçekten dünyanın görebileceği en güçlü savaş makinasını yaratmıştır ve Rusya’nın soğuk iklimi yüzünden tankların yağları donmuş olmasa bugün bırakın ABD’yi, büyük ihtimal dünyayı da Almanlar’ın yönetiyor olacağı gerçeğinden yola çıkarak bu örneği verebiliriz. Hitler döneminde Almanya belki bütün tarihi boyunca olabileeği en güçlü devlet haline gelmiştir. Doğru, demokratik olmayabilir ama güçlenmiştir, bahsetmeye çalıştığım şey de budur. Erdoğan karşıtı olan ve on yıl boyunca iyice yalnızlaşan toplum kesimleri de teşbihte o kadar abartıya kaçmadan, bu örnekte Alman toplumundan dışlanan ve yok edilmeye çalışılan Yahudiler gibidir. Devletlerin ideolojileri bir yerde aslında o devletler için araçtır, önemli olan devletin güç kaybetmemesidir, bunu Sovyetler’den Rusya’ya geçişte görebiliriz. Sovyet ideolojisinin güç olarak sınırda kalıp çatışmasıyla güç kaybetmeyi minimuma indirmek isteyen Rusya’nın kendisi Sovyetler’i yıkmış ve yerine bağımsız Rusya Federasyonu’nu yine kendileri kurmuştur. Kafada takke veya külah olup olmaması tamamen ülkenin içindeki insanları ile ilgili olup, bu, o kafanın gücüne işaret etmeyecektir. Buna örnek olarak da takkeli Osmanlı’nın Bizans İmparatorluğu’nun devamı olarak bu kadar genişlemesi ve uzun yıllar boyunca iktidarda kalabilmesi verilebilir, Osmanlı’nın her ne kadar bugun elinde kalmamış olsa da asıl yatırımını yaptığı ve toprak olarak kabul ettiği parça Rumeli’dir ve bu nedenle de Osmanlı Rumeli’den çıkartılmış ve Kurtuluş Savaşı ile, neredeyse hiç bir zaman ciddiye almadığı ve önemsemediği son topraklarında - ki yine şekil değiştirerek – kalabilmiştir; çünkü o dönemin şartları artık Osmanlı ile devam etmeyi kaldıramayacaktır ve Osmanlı’nın miladı dolmuştur; değişim kaçınılmaz olmuş, yerine de genç Cumhuriyet kurulmuştur.

 

Erdoğan son ABD gezisinde Amerika’nın dayattıklarını kabul etmemiştir ve bu ziyaretten sonra da zaten işler onun için ters gitmeye başlamıştır. Otoriterleşen Erdoğan onu kimin başa getirdiğini önemsemez hale gelmiş ve gerçekten de bu güçlere karşı kendi başına direnebileceğine inanmıştır. Ülke içinde sertleşen politikaları ona daha fazla düşman kazandırmıştır ve doğru demokratik politikalar izlenebilmiş olsa, aslında Erdoğan’a karşı olanlar, Erdoğan’a diktator olmaması konusunda güvenebileseler, şu anda da herkesin durması gereken yer de Erdoğan’ın yanı olmalıdır.

 

İran’la yapılan kara para aklama durumu da aslında Amerika’nın bilgisi dahilindedir ve dikkat edilmelidir ki ABD ve İran barış görüşmelerine başlayıp normalleşmeye ve İran’ın verdiği sözler dahilinde ambargo kaldırılmaya doğru yaklaşırken bu durum ortaya çıkartılmıştır; ki dikkat edilmelidir, bu kara para aklama operasyonunun İran ayağını yapan İran’lı iş adamı da İran’da soruşturmaya tabi tutulmaya başlanmıştır. İki farklı ülkede iki farklı maşa da oyundan çıkartılmıştır. Yoksa zaten İran’ın ABD ambargosunu deldiğini herkes bilmektedir. Bunu da çeşitli yollarla yapmışlardır. Türkiye açısından burada dikkat edilmesi gereken de her ne kadar bu tip durumları devletler savunamayacaklarsa da, gerçekler acıdır ve her devletin bu tarz işleri yapan yaptırdığı maşaları mevcuttur. Yolsuzluk operasyonunda bahsedilen aklanan para tutarı 87 milyar Euro ve devamıdır, dikkat edilmelidir ki Erdoğan illegal yolla da olsa bu parayı Türkiye üzerinden geçirmiştir ve bilen bilir, bu durumlarda bal tutan parmağını yalar ve o paradan da Türkiye’ye büyük miktarda pay kalmıştır. Ki bu her ne kadar hukuka aykırı da olsa aslında ekonominin çeşitli zamanlarda dar boğazlarda çok zarar görmeden krizleri aşabilmesine yardımcı olmuş, resmi paranın kalmadığı zamanlarda ve anlarda işte bu para devreye sokularak sıkışıklık aşılmaya çalışılmıştır. Meblağın büyüklüğü de ABD’yi kızdıran ve Erdoğan’ı hedef almasını sağlayan şeydir. Siyasi vs. konuların ötesinde, aslında para durumunu takip edince her şey daha net anlaşılabilir. Erdoğan, kendi yarattığı para düzeni ve akışı ile adeta bir gizli ikinci bütçe oluşturmuştur ve meblağların büyüklüğü burada bizi daha net bir duruşa sevk etmektedir; bilinmektedir ki toplanan bu paralar doğruca yolsuzluk bakımından birilerinin cebine girmiştir ve girecektir ancak asıl para havuzu Erdoğan’ın yönetminde devletin gizli finansının sağlanmasına sebep olmuştur; ki aslında Erdoğan bu bağımsız gücüne de güvenerek ABD’ye karşı durmayı düşünmüştür. Erdoğan’ın ‘üstümüzde oyun oynanıyor’ diye halka söylemesi aslında gerçeğin sadeleştirilmiş ve basitleştirilmiş halidir; yoksa bir Başbakan’ın çıkıp, ‘biz bu ülke için bunları bunları illegal yaptık’ demesi beklenemez, devletler bunları uygularlar ancak açıklamazlar. Türkiye’nin petrol gibi bir doğal kaynağı yoktur, bu nedenle de bütün petrol ve diğer ihtiyaçlarında dışarıya bağımlı olup, bunları ithal ederek dövizle ödeme yapmaktadır. Kaynaklar belirli ve kısıtlıdır, bu nedenle yeni kaynak ve paraya olan ihtiyaç da bu yöntemle toplanmaya çalışılmıştır. Tıpkı İsviçre gibi, Türkiye de bu kara para aklama konumunda bir aracı ülke haline gelmiş ve kendi payını almaya başlamıştır, ki zaten ABD ve diğer ülkelerin rahatsızlıkları da bu konudadır. Yoksa ‘aman, kara para aklanmaz, şöyledir böyledir’ diye doğru güzel şeyler söylenebilir, ancak dünya gerçekleri içinde bunlar sadece güzel söz olarak kalacaktır. Kara para aklamak gerçekten bir yöntem olmasa, dünyanın en büyük vergi cennetlerinden birisi, Avrupa medeniyetinin ortasındaki İsviçre olmazdı. Binlerce gizli hesap ve para İsviçre’de aklanır ve bunu da bütün dünya bilir, bu nedenle kara para aklama meselesinde dar bir gözlükle dünya gerçeklerini göz ardı etmemek gerekir. Gerçekten de ABD kaynaklı olarak Erdoğan üzerinde oyun oynanmaktadır ve hedef de Erdoğan’dır. Ve bunu da ABD kendi yönettiği aygıtı Cemaati kullanarak yapıyor. Çünkü Erdoğan artık ABD ve güçlerinin kontrolünden çıkmış, kendi doğru bildiği durumda Türkiye’nin çıkarları için ABD çıkarlarından ayrılmıştır. Bu bağlamda onun Şangay Beşlisi’ne girme teklifi incelendiğinde, Erdoğan, ABD kaynaklı bloktan çıkıp tek başına dünyada yer edinemeyeceği için bir destek aramaktadır ve bu da günün siyasi dünyasında ancak Çin ve Rus bloğu olabilir.

 

Geçmiş ile bugün arasında her ne kadar pek çok durumda başarısız olmuş olsa da daha güçlü bir Türkiye vardır. Hem ekonomik güç olarak hem de dışa daha az bağımlı olarak bu çalışılmaya sağlanmıştır. Dış politikadaki başarısızlıklar kadroların başarısızlığıdır ancak ortada meydana getirilmek istenen şey, daha güçlü bir Türkiye’dir.

 

İşin ironik durumu da, gerçekten bu oynanan oyunu, gittikçe otoritelereşen Erdoğan’ın ülkeye anlatamayacak olmasıdır. Çünkü söyledikleri doğru olsa da söyleyen kendisi olduğu için, O’na normal şartlar altında destek olması gereken insanlar, korku ve artık bıkkınlıktan, bu söylediği doğru şeyleri dinlemeyecek ve göz ardı ederek yine bunların tek adam olma yolunda birer bahane olduğunu ve Erdoğan Cemaat’i yendikten sonra, sıranın onlara geleceğini düşüneceklerdir.

 

ABD ve dolaylı olarak Cemaat, Gezi’den sonra CHP ile anlaşmışlardır ve artık AKP’den sonra CHP iktidara getirilecek ve dinî sosla sunulan bu düzen ve çıkar ilişkisi artık CHP tipiyle sunulacaktır, çünkü artık Erdoğan miladını doldurmuş ve amortismanı bitmiştir ama daha da önemlisi artık Amerikan çıkarlarını savunmamaktadır. Ve hatta sürecin devamında da Sarıgül, Kılıçdaroğlu’ndan sonra başa gelerek, Başbakan olacaktır.

 

 

- Paşa (11.03.2014)

Cemaat - AKP Savaşı (28.12.2013)

İLETİŞİM İÇİN:

  • Wix Google+ page

Mesajınız başarıyla iletilmiştir!

Birileri, 'paylaşmak' mı dedi demin?

OLASI TAKİPLER İÇİN

  • Facebook Classic
  • Twitter Classic
  • c-youtube

© 2013 by İmlâcı (Orhan E. Özenç) Tüm hakları saklıdır.

bottom of page