Yazıyorum, Öyleyse, Varım! (Can'dan inciler)
Can'dan incileri paylaştığımız bu sayfada, bir mucizenin kelimelerle raksına rastlamamak mümkün değil!
PARALEL ÇİZGİLER
Oya gene işe geç kalmıştı, sabahları genelde uyanamazdı zaten ama bu defa çok abartmıştı, kahvaltı etmeye bile zamanı yoktu, erken başlayan mesailere saygılarını sunarak alelacele çıktı evden dışarı. İnsanların göz göze gelmemeye çalıştığı, gelseler bile baktıklarını görmediği bir metro yolculuğundan sonra muayenehanesinin olduğu caddenin başına geldi. Midesindeki kazıntı ona yiyecek bir şeyler alması gerektiğini hatırlattığında aynı caddenin sonundaki simitçiye doğru çoktan yönelmişti. O simitçiyi hastanede işe başladığından beri yani yaklaşık iki yıldır her gün görürdü aslında, sıcağa soğuğa aldırmadan bütün gün tezgah açar, “Simiiit, sıcak simit, taze, çıtır simiit!!” nidalarıyla ekmek parasını kazanmaya çalışırdı. Her geçtiğinde içinden “Kolay gelsin.” demek geçerdi ama insan ilişkilerinin en alt seviyeye indiği zamanlarda yaşandığından ve tuhaf karşılanabileceğinden daha da kötüsü karşılık bile alamayabileceğinden içinde tutardı bu isteğini. Gelgelelim Oya sanki bir kader birliği yapmıştı içten içe o simitçiyle, simitler, raflı tezgah ve ritmik nidalar atan o adam günlük hayatının bir parçası haline gelmişti. Kafasında “simitçi” sıfatıyla yer etmiş o kişiyle konuşabilmek bugüne nasip olacaktı demek ki. Acelesi olduğunu belli eder bir şekilde çıktı sözcükler ağzından:
-
Kolay gelsin.
-
Sağolun doktor hanım, buyurun?
-
Üçgen peynir ve bir simit, bir dakika, doktor olduğumu nereden bildiniz?
-
Çantanızdan o kalp dinlemeye yarayan aletin kulaklıkları görünüyor ve her gün hastaneye girip çıkıyorsunuz.
-
Stetoskopu diyorsunuz.
-
Her ne ise işte.
Şaşkın bir şekilde çantasının fermuarını kapatıp kulaklıkları görünmez kılıp, söylediklerini almak için doğruldu. Gülümseyip simitçinin elinden içinde üçgen peynir ve simit olan torbayı aldı. Bu sefer gülümsemesine karşılık aldı. Gerçi bu daha ziyade bir tebessümdü, hani böyle o çok bilenlere özgü bir tebessüm.
-
Hayırlı kazançlar olsun.
-
Size de doktor hanım, zor iş yapıyorsunuz, kolay gelsin.
-
Her iş zordur aslında öyle söylemeyin.
-
Dünya oyun bahçesi diye tasarlanmadı ki doktor hanım.
-
Ne diyeyim haklısınız, iyi günler.
-
İyi günler.
Simit ve üçgen peynir zamanla yarışırcasına sindirim organlarına ulaştıktan sonra Oya kendini denize atlar gibi iş yoğunluğuna bıraktı. Sekreterinin ona verdiği bilgilere göre aralıksız randevusu vardı. Bir sürü hasta çocuk…. Çocukları çok sevdiği için seçmişti çocuk doktorluğunu, başlarda çok zordu, çocuklarla birlikte onun da ağlayası geliyordu ama zamanla alışmıştı. Hatta onları sakinleştirmek ve onlarla empati kurabilmek konusunda uzmanlaşmıştı bile.” İlk hastayı içeri al kızım.” dedi ve gün başladı. Oya içerde çocukları muayene ediyor, simitçi dışarıda simit satıyor, akreple yelkovan akıyor akıyordu…
Akşamüstüne doğru işlerinin bir nebze de olsa hafiflediği bir sırada tek el silah sesi duydu Oya. Odası caddeye yakın olduğundan sesin oradan geldiğini anlamıştı. Doktorluk güdüleriyle dışarı koştu, anlaşılan sesi tek duyan o değildi, sokağa çıktığında çoktan bir insan kümesi oluşmuştu. Sedye getirenlerin açtığı boşluktan baktığında vurulan kişinin simitçi olduğunu gördü. Anlayamıyordu, kim, neden, sadece simit satan birini vururdu ki? Yakalanan kimse olmadığına göre yapanlar herhalde arabayla ateş edip kaçmışlardı, polis henüz ortalarda yoktu. O da diğer meslektaşlarıyla birlikte içeri koştu, ameliyata giremezdi, bir faydası da dokunmazdı ama koşmuştu işte. Ameliyathanenin kapısına kadar geldi, daha yarım saat hastası yoktu, beklemek istedi ve bekledi orada. O yarım saatin sonlarına doğru cerrah arkadaşı Faruk çıktı içeriden “Ex oldu, kaybettik.” dedi. Bilgi almak maksatlı bir soru çıktı Oya’nın ağzından:
-
Nasıl?
-
Kurşun kalbe denk gelmiş, kurtulması mümkün değildi.
Orada olduğu süre içinde kimse gelmemişti, simitçi, öyle pisipisine tek başına ölmüş gitmişti. Belki sonra birileri gelirdi, o zaman onun kim olduğunu da bir şekilde öğrenirdi. Doktorların inançsız olduğu klişesine inat içinden bir dua okudu onun için. Üzülmüştü, rutininden bir parça eksildiği için mi simitçi için mi üzülmüştü bilmiyordu ama üzülmüştü.
Oya’nın simitçiye dair aradığı cevaplar günler sonra, olayı unutmaya yüz tutmuşken dedikoducu hemşire Nuran’la sohbet ederken geldi.
-
Bak unutuyordum, hani geçende vurulan bir adam vardıydı ya.
-
A evet hatırladım, kim olduğu belli olmuş mu?
-
Yok da, gizli ajanmış diyorlar.
-
Aman Nuran sen de…
-
Sen gene inanma bana, hem de FBI ajanıymış, buradaki bilimsel araştırmaları çalsın diye görevlendirmişler.
-
Tabi canım, kesin öyledir, hadi bu kadar laf yeter, işe dönmem lazım benim, görüşürüz.
Mutlu ölmüştü Cihan Hazan. Mutlu ölmeden önce işi için daha bebekken terk ettiği kızını görmüştü. Terk ettiği sadece kızı da değildi. Otuz yıl önce birden bire yok olmuştu Cihan, herkes onun bir trafik kazasına kurban gittiğini zannediyordu. Kağıt üstünde öldükten sonra FBI bünyesinde çalışmaya başlamıştı. Ama hastanenin önünde saf tutmasının nedeni bilimsel deneyleri çalmak değildi. Onca yıl kelle koltukta çalıştıktan sonra emekli olmuş, emekli olur olmaz da kızını görebilmek için İstanbul’a uçmuştu. Mesleğin getirdiği bir kazanım olarak kızının yerini tespit etmesi sadece birkaç dakikasını almıştı. İstanbul’a geldiğinden beri gizliden gizliye takip ediyordu kızını. Çok güzel bir kız olmuştu biricik kızı, üstelik de başarılı bir doktordu. Bir gün ondan simit alacak ve konuşacaklardı. O gün ilk defa gelmişti kızı işte gülmüştü ona, konuşmuşlardı, havalara uçmuştu, içinden her şeyi anlatmak geldi ama kimliğini açık edemezdi. Ne yazık ne kadar gizlense de eski davalarından bir düşman, azılı uyuşturucu mafyası Gerard Stanford yerini tespit etmiş ve adamları tek kurşunla son vermişlerdi sevincine.
Oya muayenehanesindeki koltuğuna oturduğunda son bir kez daha düşündü simitçiyi, içinde hem bir eksiklik hem bir tamamlanma hissetti. Hep karşı karşıya bakan ama hiç birleşemeyen paralel çizgiler gibi kader baba ve kızın birbirini görmesine izin vermiş ama bir araya getirmemişti...
- Can (02.12.2013)
İLETİŞİM İÇİN:
Yazarın diğer eserleri:
Birileri, 'paylaşmak' mı dedi demin?