top of page

AĞUSTOS MANİK DEPRESİFİ

 

Beyinden el freni çekilince ortaya çıkanlardır:

 

Toprak diyorum, ne kadar sağlam ve üretken. Ne kadar ayna, güvenilir. Sanki deprem olmayacakmış gibi izin veriyor her şeyin hüküm sürmesine, besliyor, sabrediyor, sonra alt üst ediyor hepsini. Yani ana dediğimiz toprağa da sırtımızı dayayıp onu fazla hırpalamamamız lazım, hem yazık hem de öfkesi büyük oluyor zira. Hava hep elementlerin asi çocuğu olup suçlanmıştır her zaman ortalığı karıştırmakla ama hiçbir zaman gizlememiştir fıtratını mesela, hep esmiştir. Unutulmuştur çoğu zaman onsuz bir hayatın olamayacağı. Su dersen o hep yolunu bulacak kadar kaypaktır, kaygandır, kestirilemezdir. Dalgası, girdabı nerededir hiç belli olmaz. Yine de lazımdır bir şekilde. Hem büyülemeyi de çok güzel bilir kendi akışkan dünyasıyla. Ateş dersen o, Dartanyan'dır bir nevi, gökten inmiştir bu üçlünün arasında. Nereden geldiği belli olmadığı için merak uyandırır. O geldiği yer neresiyse bir tehlike katmıştır ona üstelik, yakar. Ancak yanmayı göze alabilenler yaklaşabilir yanına. Hükmü o verecektir kendine özgü yasalarıyla. En çok zararı kendine verir esasında ama o da onunla kendisi arasında bir meseledir. Anlaşıldığı üzere, ben elementleri hep çok sevdim, doğa damarlarımda dolaştığından olsa gerek. Güneş içime açar benim, yağmur ruhuma yağar. Ondandır, kış mevsimini hiç sevemedim. Kar taneleri istisna. Her biri farklı olan ama dışarıdan aynı görünen o mucize tanelerine haklarını vermek lazım.

 

Uyumayacaksam yazıyorum...

 

Çocukluğumdan beri uyku problemim var. Beynimi bazen durduramıyorum. Hayır dahi değilim. Sadece içinde durmadan bir şeyler dönüyor, rölantiye alıyor kendini. Keşke dünyayı değiştirebilecek fikirlerim olsa da işe yarasa. Şimdi benim yerimde başkası olsa bu durumu avantaja çevirirdi. Ne bileyim bilimsel bir şeyler yapardı. Ama benim yerimde değiller ve ben kendi hayatımı yokuş aşağı itmeye karar verdim. Ucunda uçurum varsa da kısmet artık.

 

Geçen gün bana aslında kim olduğumu sordular. Sadece boş boş bakabildim. Ahlak değerlerim, düşünme şeklim, geleceğim şekillendirdikten sonra bu soru bende “bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar” hissi yarattı. Kim aslında kim olduğunu sorgulamaya hazır ki? Hepimiz bir şekilde kalıpların içinde yaşıyoruz. Kalıp dışı olmak bile kalıplaşmış durumda. Buna rağmen düşündüm ama. Kim olduğumu sorguladım. Acınası bir durum fakat sonuç olarak sürekli bir idare etme durumu içinde olduğumu fark ettim. Siyasetçi profesyonelliğinde hem de. Neyse ki sahtelikten hazzetmiyorum. Mesleğimi yapabildiğim için yapıyorum mesela, bunun eğitimini aldım, başka bir yolu seçmek korkutucu geliyor. Alışkanlıkları olan bir insanım çünkü. Hayatımda olan şeyleri sabitleme ve sahiplenme eğilimim var. Kendime özgü bir tarz katabiliyorum ancak el yordamıyla. Gerçi, iş hayatı bence sevilmemek için oluşturulmuş bir birim. Ayrıca arada sırada iyi ki bu mesleği yapıyorum dedirten küçük sürprizler de yapıyor kerata, kıyamıyorum.  

 

İdare etmek meselesine dönersek, uzun bir süredir insanlar beni kendimle rahat bıraksınlar diye kim ne derse onu yapıyorum gözden kaybolurcasına. Ama talepler aksine çoğalıyor doyumsuz doğamız sonucu. Herkesi mutlu edeceğim derken parçalanıyorum. İnsanlara karşı duyduğum sevgi ve nefret duygusunun arasındaki dengede sıkışmış durumdayım. Gösterdiğin fedakarlığın, iyi niyetin karşılığı memnuniyetsizlik veya suiistimal olunca asabileşiyorsun ister istemez. Şimdi bunları ünlü filozoflardan falan alıntı yaparak süslerdim ama hem öyle şeyler beni cezbetmiyor hem de artistliğin lüzumu yok insana dair şeylerden bahsederken. Ama şu “gölge etme başka ihsan istemez” lafını eden hangisiyse çok güzel söylemiş.

 

Bazıları için bu yazdıklarımı düşünmek bile bir lüks bir de işin o boyutu var. Dışarıda gerçek mücadeleler veriliyor ben bilgisayar başındayken. Şükür kelimesini eksik etmemek lazım lügatten.

 

İnsan demişken: yalandan tiksiniyorum, her hücremle. Yalan gördüğüm zaman o insan gözümde hiç oluyor. Ben neysem o olduğumdan karşımdakini de öyle varsayıyorum. Bende saklama huyu var, o kötü. Yalanla aynı şey midir, tartışılır. Neyse, öyle varsaydığımdan yalanı keşfettiğim zaman bir şeyler yıkılıyormuş gibi hissediyorum. Duyduğum iki gıdım güven de bitiyor, hayattan soğuyorum. Bana maske takma, dürüst ol, doğal ol, kendin ol, ciğerimi ye. İstersen benimle aynı ortamda nefes almayı bile istemediğini söyleyebilirsin, kimse kimseyi sevmek zorunda değil. Zaten bana sempati duyuyorsan çok normal olmadığını düşünürüm. Ben bile kendime sempati duymuyorum çünkü.

 

Hepimizin iyi ve kötü olduğu konular var. Önceden her bir haltı bildiğimi sanırdım. Bilmiyormuşum hem de öyle bilmiyormuşum ki sorma. Bu ara bu keşfin verdiği had safhada bir özgüvensizlik var, dışarıdan gelecek her türlü saldırıya karşı savunmasızım. Şimdilik bundan yararlanılmasına göz yumuyorum. Elbet bu da geçecek.

 

Kendime sözümdür: ne olursa olsun olduğum insandan - o her kimse - vazgeçmeyeceğim. Yoksa az biraz olan ben de kalmayacak. Sadece neşeli ruh hallerimi sabitlemeyi öğrenmem lazım. Yok yok ben iyiyim. Sadece ileri derecede dikkat dağınıklığı söz konusu.

 

Ölüm var, ne yaşayacaksan yaşa biran önce.

 

 

- Can (22.08.2014) 

Yazıyorum, Öyleyse, Varım! (Can'dan inciler)

  • Wix Google+ page

Can'dan incileri paylaştığımız bu sayfada, bir mucizenin kelimelerle raksına rastlamamak mümkün değil!

İLETİŞİM İÇİN:

Your details were sent successfully!

Yazarın diğer eserleri:

Birileri, 'paylaşmak' mı dedi demin?

OLASI TAKİPLER İÇİN

  • Facebook Classic
  • Twitter Classic
  • c-youtube

© 2013 by İmlâcı (Orhan E. Özenç) Tüm hakları saklıdır.

bottom of page