
Birileri, 'paylaşmak' mı dedi demin?
KERMES (Kadife Eldiven'den sözler)
Kadife Eldiven'den sözler sunduğumuz bu sayfada, gezmeyi ve dolu dolu yaşamayı ilke edinen taze bir ruhun izlenimlerine tanık olunuyor...
Hızlı adımlarla o kara kapıya yürüdü. Kaldırımlar ürkek bir yağmurla ıslanmıştı. Üstüne alelacele aldığı deri montunun üstünde mini minnacık su damlaları sıralanmıştı. Uzun kara saçları derli toplu bir dağınıklıkla savruluyordu soğuk Aralık rüzgarında. İliklerine kadar üşüyordu. Tek nedeni rüzgar olsaydı keşke...
Ah, çok büyük bir hata yapmıştı! Adem'in ruhunda bulunmayan inceliği almış Havva anne bile bu kadar büyük bir suç işlememişti. Birini öldürmüştü o, parçalayıp Thames'in koyu gri sularına atmıştı bir de üstüne. Onun üstünde en son ne olduğunu hatırlamaya çalışıyordu. Sonradan vazgeçti. Yine dikkat etmemişti. Değiştirmiştir diye düşündü, bir böceğin ayakkabının altında ezilmesinden beter suçluluğunu hafifletmek amacıyla.
Barın kara kapısının önünde durdu. Nefes nefese olduğunu o an fark etti. Koşmuş muydu? Başının sağa sola sallayarak sakinleşmeye çalıştı. Korkuyordu. Avcının sıkı sıkı tutan ellerinde kazana götürülen tavşan gibi tir tir titriyordu elleri. Bir zamanlar bayılırdı buraya. Sadece en sevdiği arkadaşları onunla buraya gelmeye hak kazanırdı. Loş mavi bir ışıkla aydınlanan taş duvarlarıyla çok farklı bir havası vardı. Kimse ayakta durmazdı, herkesin oturacak rahat ve özel bir sandalyesi olurdu. Bardaklar boş kalmaz, kendini bilmez sarhoşlar tutunamazdı burada. Hiçbir zaman gürültülü olmazdı. Sadece sessiz mırıltılar...
Arkasında topuklu bir ayakkabının tıkırtılarını duyunca yerinde sıçradı. Melodinin ilk notaları, açılan kapıdan yayıldı ıslak ve dar sokağa. Çabucak içeri girdi. Şaşırdı, ışıklar bugün kırmızıydı. İçerisi ona bir kan gölü gibi göründü. Bir adım daha attı ve sahneyi gördü. O! İşte oradaydı! Bütün ihtişamı ve sadeliğiyle ayaktaydı. Eski mikrofonun arkasında, gözleri kapalı duruyordu. Siyah bir göz makyajı ve alev kırmızısı dudaklar... Yine siyah olan elbisesi boldu ama muhteşem vücut hatlarını gizleyemiyordu ve kısacık kesilmiş sarımsı kumral saçlarını öne çıkarıyordu. Tek aksesuarı elindeki parlak gümüş alyanstı. Alyans! Demek daha çıkarmamıştı. Ama neden?
Şarkıya başlayınca düşünceleri dağıldı. O muhteşem kadife sesi bütün bara yayıldı. Kimse gözlerini ayıramıyordu sahneden. İnsanı sarsan ama ipek gibi okşayan bir ses... Hem şarkıyla kendinden geçmiş, hem de hiçbir şeyi duymayarak onu izliyormuş gibiydi. Adam üstündeki deri ceketi çıkardı, etrafını ateş sarmış gibi hissediyordu. Yere bıraktı ceketi ve olduğu yerde dikilmeye devam etti. Şarkının tek bir yeri vardı ki... Ah, o yeri geldiğinde midesine kramplar giriyor, nefes alamaz gibi hissediyordu. İçine çekmeye çalıştığı oksijen ondan köşe bucak kaçıyordu o küçük barın içinde. Bu sözler;
'He's done it before
Yes, he's done it before
Well, I don't want to know..'
Bunlar onun celladı, giyotini, son kurşunu olmuşlardı. Sarsılmıştı, kendi yaptığı iğrençlik yüzünden. Şarkının ortalarındaki enstrümantal parça gelince, mikrofonu eline aldı. Sahnenin ucunda kadar yürüdü ve ayaklarını aşağıya uzatarak oturdu. Yavaşça ayakkabılarını ve alyansını çıkarıp yanına koydu ve gözlerini kaldırdı. Ve gözleri buluştu. Adamın kalbi yerinden çıkacaktı. Kazana tek adım kalmıştı. Kadın gözlerini çekti, bir kez yutkundu ve sahneden indi. Çıplak ayaklarıyla masaların arasında yürürken söylemeye devam etti. Bir balerinin yumuşaklığıyla yürüyordu ama sesi her adımda sertleşiyordu. Şarkıdaki acıyı vurgulayarak söylüyordu. Yorumu yine mükemmeldi.
Vücudu, elbisesinin etekleri masaların arasında uçuşup kıvrılıyordu. Adamın durduğu tarafa hiç yaklaşmadı. Şarkısını bitirdiğinde kendi yaşlarında, tek başına oturan sarışın bir adamın masasının yanındaydı. Her masada duran tek kırmızı güllerden, bu masadakini seçti. Parmak uçlarıyla tuttu, burnuna götürdü ve kokladı. Başıyla selam verdi ve gülümseyerek teşekkür etti.
O sırada orkestra müziği bitirdi. Hızlı adımlarla kulise yürüdü. Alyansı ve ayakkabıları boynu bükük sahnede kaldı. Perdeyi kaldırıp geçecekken duraksadı. Kapının yanına baktı. Adam kıpırtısız durup ona bakıyordu. Kadının gözleri kırmızıydı, dudakları sımsıkı kapalıydı ve rimeli yanaklarına birer yol çizmişti. Ama gözleri alev alevdi. Adam o gözleri ilk kez böyle bir hiddetle görüyordu. Kafasını hızla çevirdi ve kulise girdi elbisesini savurarak.
Kırgındı, orta yerinden kırılmıştı. Devrilen bir vazonun binlerce parçasından biriydi sanki. Aldatılan bütün kadınların ve adamların acısını sırtına yüklenmişti.
Adam kulise giden yolu bildiğinden oraya koştu hemen. Kadının bulunduğu kapıya geldiğinde kapıda takım elbiseli korumayı gördü. Yalvaran gözlerle, 'Lütfen...' dedi ama nafile. Koruma;
'Hanımefendinin özel isteği var. Sizi içeri alamayız. '
'Ama ben onun kocasıyım!'
'Öyle görünmüyordu sahnede.'
'Sen... Sen ne diyorsun!' diyerek yumruğunu sıktı adam.,
'Pardon, haddim değildi. Lütfen zorluk çıkarmadan gidin.'
Bir süre bocaladıktan sonra adam ayaklarını sürüyerek, azarlanmış bir çocuk gibi uzaklaştı. Bara oturdu, sek bir viski söyledi. Ve başını ellerinin arasına alarak kendine kızdı. Kafasına vurdu birkaç kere.
*
O sırada kadının aklından birkaç saat önce olanlar geçiyordu. İnanılmaz! Sadece birkaç saat geçmesine rağmen sanki yıllar geçmiş gibiydi üstünden. Eşine müthiş bir sürprizi vardı. Yeterince para biriktirmişti ve artık işi bırakmaya karar vermişti. İş hayatının o iğrenç karmaşası ve yoruculuğundan da bıkmıştı. Eve erken gitti, en sevdiği yemeği hazırladı. Bembeyaz bir masa örtüsü ve 10 yıllık bir şarap çıkardı. İki kırmızı mum yaktı, masaya gül yaprakları serpti. Giyinmeden önce gururla eserine baktı birkaç dakika. Özenle makyajını ve saçlarını yaptı. Bordo, göğüs dekolteli ve vücudunu en güzel gösteren elbisesini giydi. Çok güzel hissediyordu. Bu eseriyle de aynada bakıştı, yine gururla.
Sonradan yemek odasına geçti ve masaya oturup beklemeye başladı. Yarım saat... Bir saat... Bir buçuk saat olmuştu. Şarabı açtı. Endişelenmişti biraz. Tam kendine bir kadeh doldurmuştu ki kapıdan sert bir ses geldi. Sanki biri kapıya çarpmıştı. Ayağa kalktı. Kapı açıldı. Kocası, k*çını avuçlayarak dudaklarını yaladığı dolgun bir sarışını duvara itti. Bu 5-10 dakika devam etti. Sarışın kucağına çıktı adamın. Kadın şoktaydı. Bu beklediği en son sahneydi. Adam o sırada sertçe kapıyı itip kapattı. Kafasını sarışına çevirecekken, kıpırdamadan ayakta duran karısını gördü. Ne yapacağını şaşırdı. Kadın o sırada kendine gelmeye başladı. Tek söyleyebildiği 'Nasıl?' oldu, sesi titreyerek.
'Aşkım sakın yanlış anlama..' dedi adam.
O sırada sarışın, 'Neyi yanlış anlayacağım? Karını tanıyorum, bebeğim. Onun arkadaşıyım.' dedi.
'Şerefsiz!' diye bağırdı kadın ve elindeki şarap şişesini onlara fırlattı. Adamın gömleği, sarışının beline kadar sıyrılmış daracık beyaz elbisesi kan lekesi varmış gibi oldu. Ayaklarının dibi şarap içindeydi.
Kadın kapıya koştu. Montunu giydi. O sırada adam onu tutmaya çalışıyordu. Adamın onu tutma çabasıyla itiştiler biraz. Sonra kadın durdu. Derin bir nefes aldı. Yumruğunu sıktı ve adamın yüzüne bir tane patlattı. Gücünü volkan gibi köpürüp patlayan nefretinden alıyordu. Delirmek üzereydi sinirinden. Kapıyı açtı ve koşarak çıktı. Adam, sarhoşluğun da etkisiyle salakça gülümsemekte olan sarışını bıraktı arkasında.
Kapının açılmasıyla, olanları bir kez daha yaşayan kadın kendine geldi. Korumanın elinde bir demet kırmızı gül vardı.
'Ben size içeri gelemez ve bir şey gönderemez demiştim!' diye sitem etti kadın. Koruma,
'Bunlar başka birinden. Masasından gül aldığınız adammış. Barın kapanmasını bekleyip, bütün gülleri masalardan toplamış, hanımefendi.' dedi ve gülleri kadının kollarının arasına bırakarak çıktı. "Siz bir değil, bütün gülleri hak ediyorsunuz" diye yazıyordu kıpkırmızı güllerin arasındaki küçük beyaz kağıt parçasında. Kadın gülleri makyaj masasına bırakırken dikenler avucunu kanattı, tam da hayat çizgisinin ortasına kırmızı bir çizik bırakarak...
- Kadife Eldiven (07.01.2014)
SON ŞARKI
İLETİŞİM İÇİN: