Baldan Tatlı! (Gevshek'le gevşemek için)
BANKANIN İŞLEVLERİ
Yaşadığımız dönemde olgunluğunun zirvesine erişmiş bir sistemdir bankacılık; öyle ki, hem ticari hayatta hem de günlük yaşamda ayrılmaz bir parçamız haline gelen unsurlarıyla dinamiklerimizi çepeçevre sarmıştır ve yaşayışımıza getirdiği pek çok uygulaması, insanlığın çoğu için artık ‘olmazsa olmaz’ seviyesinde bir ehemmiyeti haizdir.
Bankacılığın tüm fayda ve getirileri bir yana, bu sistemin bizlere bu denli nüfuz edebilmesini sağlayan şey, elbette evvela devletin bu sistemi ve işleyişi desteklemesi ve düzenlemesidir. Bu düzenlemenin iki yönü mevcuttur; ilki, bankacılığın ve faaliyetlerinin belli çerçeve dahilinde yasal hale getirilmesi, ikincisi ise bu sistemin ve sistemin aktörlerinin yasaların koruması altına alınmasıdır. Öyle ki, bankaların gerçekleştirdiği faaliyetleri ve sunduğu hizmetleri ‘banka’ unvanı olmaksızın sağlayan kişiler ‘tefeci’ sayılmakta ve böylesi bir durum kanunca suç olarak görülmektedir. Ezcümle, devletin tanıdığı ve yasalar ile sahip çıktığı tefecilerdir bankalar. Yani, birazdan işleyeceğimiz gibi, insanlara faiz karşılığı kredi vermek başta olmak üzere bankanın pek çok faaliyetini sunabilmek konusundaki tekel, kanunen, banka olanlara aittir.
Evet, nedir peki bu işlevler? Karınca kararınca, bir özet çıkartalım. Bu özetteki unsurların öncelik sırasını belirleyen bir hakikat yoktur, gelgelelim, bu etkenlerin tamamı bizce eş ehemmiyete sahiptir. Yani, bilhassa bankaların bugün bulundukları yerlerini ve tüketiciler ile müşterilerin gözünde sahip oldukları izlenimi pekiştirebilmeleri adına, halkın gözünde, bu işlevlerden biri olmazsa, diğerleri eksik kalacaktır. İşlevlerin kimi sadece ekonomik önem arz ederken, kimisi de bankaların neden tercih edildiği konusunda günlük yaşayışa ait sosyal ve bireysel önem taşımaktadır. İşlevlere bir göz atalım:
-
Koruma/saklama: Bankaların geçmişten bugüne kendilerine dair en çok geliştirdikleri işlev, muhakkak ki, saklama ve koruma işlevidir. Aşağıda değineceğimiz kaydi sisteme geçiş ve ilerleyen teknoloji sayesinde, artık bu işlev müşterilere daha büyük güvenceler sağlayabilmektedir. Antik çağlarda, etkileri ve uyandırdıkları hayranlıklar günümüze değin gelen Antik Yunan, Mısır, Sümer ve Babil kültürlerinde, hasılatın fazlasını biriktirmek isteyen fakat art niyetlilerin müdahalelerine karşı bireysel olarak gerekli güvenlik tedbirlerini almakta yetersiz kalan kişilerin yardımına devlet koşmaktaydı. Devlet, ekonomik hayatın gereklilikleri için, henüz paranın bir takas aracı olarak doğmasından önce dahi, kendi imkanlarını seferber ederek kişilerin varlıklarını saklama adına adımlar atmıştır. Bu medeniyetlerden arta kalan belgelerin bildirdiği üzere, dini makamlar (ruhban sınıfı ve tapınaklar) ve devlet eliyle, şahısların sahip oldukları malvarlıklarını devletin ve bilhassa dini sınıf mensuplarının kayıtlarını tuttuğu bir usulde, tapınaklarda sakladıkları bilinmektedir. Böylelikle hem maddi hem de manevi (vicdan ve inanç) yönden koruma altına alınan birikimlerin güvende kalmaları da sağlanmaktadır. İlerleyen çağlarda, banka sistemi, mübadele aracı olarak madenlerin veya madeni paranın veya banknotun üstünlüğünü kabul etmiştir. Bu durum neticesinde, Vahşi Batı yapıtlarında da sıkça rastlanan banka ve kervan soygunları insan hayatına girmiştir. O vakitler, çağın teknolojik imkanları ile sadece silahına güvenen silahşörler ve ilkel kasalar ile sağlanan güvenlik sebebiyle, insanların pek çoğu bankaya para yatırmak ile yatırmamak arasında, yatırımların güvenliğini sağlamak bakımından bir fark olmadığını görmüşlerdir. Yani, kanunsuzlar kasabasında herkes gücü yettiğince kendini ve parasını koruyabilmiştir ve bir süre sonra devletin, bankaları yasal ve erksel olarak muhafaza altına alıp desteklemesi gerekliliği doğmuştur. O yıllardan bugünlere en güvenilir addedilen banka, sadece en iyi kazandıran banka değil, müşterilerinin yatırımlarını en iyi savunan, gizleyen ve koruyabilen banka olmuştur. Bu da elbette aklımıza, bu konudaki namıyla müsemma İsviçre Bankaları, Kıbrıs Bankaları ve son dönemlerde rağbet gören deniz aşırı özerk hükümetlerin bankalarını (Ö: Jersey Hükümeti Bankaları) gibi, müşterilerinin kimliklerini herkesten gizli tutan ve hırsızlık, soygun gibi girişimlere dair azami önlemleri almış bankaları getirmektedir. Müşteri kimliklerinin gizli tutulması unsuru bir yana, güvenlik açısından artık bankalar olgunluk dönemini yaşamaktadır, zira her biri hem silahlı güç, hem teknolojik imkan bakımından hem de kanuni koruma ve gerekli devlet desteğinin sağlanması sonucu, kişilerin birikimlerini saklamaları hususunda günümüzde akla gelen ilk ve en muteber tercih halini almıştır. Çünkü bankaların ekonomik işleyiş üzerindeki önemi mutlak bir hal almıştır ve artık devlet, kanunlar ve bankalar, hemen her tür güvenlik önlemini layığıyla uygulamaktadırlar; bilvasıta, bir bankayı soymak gün be gün zorlaşmaktadır. Yani, artık parayı evde saklamak yerine, bankada saklamak, pek çok yönden daha tercih edilir bir yöntemdir. Çağın güvenlik problemi ise, teknolojinin ve kaydi sisteme geçilmesinin sonucu olarak, hiç kuşkusuz, siber ortamdır.
Koruma kısmına biraz değinelim: Madden koruma, kabaca, gerçek veya sanal ortamda, silahlı güç, kasa, gerekli güvenlik personeli ve bürokratik işlemleri kapsar. Kameralar gibi, hesap şifreleri de bu korumanın dahilindedir. Hukuki korumanın ise birden çok şekli ve yönü vardır; bunların ilki, soyguncu ve hırsızların ve kredilerini geri ödemeyenlerin cezasız kalmamasına yöneliktir, ki böylece yatırımlar 3. Kişilere karşı korunur. Diğer bir koruma yönü ise, yatırımları bankaya ve banka sahiplerinin keyfiyetine karşı korumaktan geçer; bu durumun en belirgin örnekleri ise, kanun dışı şekilde bir bankayı yönetmek veya verilen kredilerin karşılıksız çıkması sonucu bankanın batmasına sebep olmaktır. Bu konuda devreye giren kurum, günümüz itibariyle, BDDK’dır [Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu]. Bu kurum eliyle, banka sahiplerinin, kendi şirketlerine veya yakınlarına karşılıksız kredi vermesi ve bankanın varlıklarının çalınması önlendiği gibi, bankaların kötü ve mevzuat dışı [yani kanuni gerekliliklere aykırı] idare edilmesi sonucu müşterilerin yatırımlarının zayi edilmesinin de önüne geçilmektedir.
-
Biriktirme/paradan para kazandırma: Bu işlev, bankanın bir güvenlik teşkilatından çok daha öteye taşınmasını sağlayan ana işlevlerden biri görünümündedir. Bankaya para yatırılır, böylece paranın güvenliği sağlanır. Peki ya, yatırılan bu paranın (mevduat) artması nasıl sağlanacaktır? Ya mevduatı yatıran (mudi) bu hesaptaki paranın meblağını yeni paralar yatırarak arttıracaktır, ya da birikimlerinin daha da birikmesini bankadan talep edecektir, ki bu durum muvacehesinde iki ana tür banka hesabı karşımıza çıkmaktadır: vadeli mevduat hesabı ve vadesiz mevduat hesabı. Vadesiz mevduat hesabında, yatırdığınız para herhangi bir gelir getirmeksizin olduğu gibi durur, ve istediğiniz zaman üzerine para yatırabilir veya mevcut paranızı çekebilirsiniz. Vadeli mevduat hesabında ise durum başkacadır. Banka, size belirli vadeler için (30 gün, 60 gün, 90 gün, 6 ay, 12 ay, vs.) parayı tamamen kendisine özgülemeniz karşılığında, paranızdan ve o paranın size olası getirilerinden yoksun kaldığınız için ve paranızın akıbetini bankaya emanet ettiğiniz için, bu vadenin sonunda size paranızın belirli miktarı kadar faiz geliri vermeyi taahhüt eder, yani paranızın üzerine, siz hiçbir şey yapmadan, güvenli bir şekilde, görece az bir miktar, düzenli olarak vade sonunda eklenir. Bunun şartı ise, vade süresince ilgili hesapta duran para ile hiç işlem yapmamanızdır. Yani o hesaptaki paraya para eklemek veya o hesaptan para çekmek mümkün olmayacaktır. Yani, mümkündür tabi, fakat böylesi bir eylemin size cezası, banka tarafından size vaadedilmiş olan o faiz kazancına kavuşamamak olacaktır. Elbette bu yitip giden faiz, hesaptaki paranızın miktarına göre can acıtıcı olabilir, zira 100 liranın alım gücü ne de olsa 10.000 liranınkinden farklıdır – faizininki de öyle. Bu şekilde, banka, müşterilerin daha fazla para yatırmasını sağlamakla birlikte, müşterilerine zahmetsizce ve neredeyse hiç risk olmaksızın para kazandırmayı da becerebilmektedir, ki bu unsur, kişilerin bankayı tercih etmesi adına bir başka ve bir o kadar da geçerli sebebi meydana getirmektedir.
-
Kredi + kredi kartı + ödeme aracı: Mevduat ve faizi bir bankanın ilk asli yapı taşı ise, ikincisi de kredi ve faizidir. Dolayısıyla, bir banka için iki tür faiz bulunmaktadır: kredi faizi ve mevduat faizi. Evet, bu ikinci asli unsur, tüketiciler ile banka arasında, yukarıda gördüklerimizden bambaşka bir etkileşim ve ilişki doğurmaktadır. Esasen, bankaların devlet ve hukuk tarafından bu denli titiz ve imtiyazlı biçimde korunma sebebinin de kredi ve unsurları olduğunu söylemek gerekir. Zira mevduat, tüketicilere, müşterilere ve bankaya can verirken, onun diğer yüzü, kredi görünümü altında, ekonominin pek çok alanına, üreticiye ve girişimcilere can verir. Yani bizim mevduatlarımız, ihityaç sahibi başka kişilere kredi olarak sunulur. Dolayısıyla, mevduat ve kredi, aynı paranın iki yüzünü ifade eder. Peki, nedir bu kredi? En basit tanımla, mevduatın vadeli hesapta birikmesi hususunda parayı siz verirsiniz, taahhüdü banka yapar; burada ise durum tam tersidir; yani parayı veren bankadır, eksiksiz ve faiziyle ödeme taahhüdünü siz yaparsınız. Yani, paranız yoktur, ama ihtiyacınız veya hedefleriniz vardır, ve alacağınız parayı layığıyla geri ödeyeceğinize dair belli başlı güvenceleri göstererek, bankadan belirli bir miktar parayı belirli bir dönem boyunca kullanmak için talep edersiniz, ödünç/avans olarak da alırsınız. Dönemin sonunda parayı eksiksiz biçimde teslim edip, üzerine bir de bu hizmeti sağladığı ve o süre boyunca parasından ve o paranın olası gelirinden yoksun kaldığı için fazladan bir bedeli (faiz) bankaya ödersiniz. Tanıdık geldi mi?
Peki, bankanın çıkarını anladık, ama sizin çıkarınız nedir? İlk önce, ihtiyacınız ne ise, o karşılanmış olur. Bu durum, genellikle küçük ölçekli [mikro] bir kredinin kullanıldığına işaret eder. İkincisi, krediyi alma sebebiniz, ihtiyaçlarınızdan öteyse, yani amacınız, size para kazandıracak yeni işler yaratmaksa ve tek eksiğiniz olan sermayeyi bankadan temin etmişseniz, yeni gelir kapınızı da açmış olursunuz. Genelde, böylesi maksatlar için, görece büyük tutarda para gerekir ve büyük ölçekli [makro] kredi kullanılır. Ama elbette, aldığınız krediyi ve faizini günü geldiğinde geri ödeyeceğinizi unutmaksızın bir işe kalkışmak en basiretlisidir, dolayısıyla, hem paranın ve faizinin geri ödenmesini sağlayıp hem de kendinize kâr sağlayabileceğiniz ölçüde gelir getiren hedefler koymak bu kertede elzem hale gelmektedir. Bankanın çıkarlarından devam edersek; mevduat, bankanın varlıklarındaki güvenceyi temsil eder, ve haliyle bankanın kendi mevcut parasından (özsermaye) ziyade, sahip olduğu mevduat miktarıdır bankanın ‘parası’, çünkü, tıpkı kişiler gibi, bankalar da, parası/varlığı kadar kredi verebilir. Velhasıl kelam, bir bankanın elindeki mevduat ne denli fazla ise, kredi dağıtma/verme imkanının boyutu da o derece artacaktır. Yani sizin bankaya yatırdığınız paraları, banka, ihtiyaç sahiplerine ödünç vermekte, sonra geri almaktadır. Bunun teminatı da, en başta, yukarıda açıklandığı çerçevede, hukuktur. Banka, verdiği kredileri ve faizleri geri toplayarak, hem kendine gelir sağlar, hem kredi merceğini büyütür, yani daha fazla kredi verme imkanı yaratır, hem de (kendisine duyulan itibar sonucu o bankaya yatırılmış) mevduatların bankaya güvenli biçimde geri dönüşünü gerçekleştirir. Bu demektir ki, sizden vadeli veya vadesiz olarak topladığı mevduatları, yine vadeli dönemler boyunca, kişilere kredi olarak sunar. Sizin birisinden bir alacağınızı tahsil etme imkanınız hukuktan geçer – bankanın da öyle. Ve fakat, bankalar hukuken eli çok güçlü kuruluşlardır ve hiçbir acıma veya anlayış duygusunu taşımadıkları için, bankaya borçlu olmak, bir insana borçlu olmaktan çok daha zordur. En çok o yüzdendir ki, yeterli düzeyde planlama yapmaksızın kredi almak, kişileri çok zor durumda bırakmaktadır. Ve yine bu sebepten ötürü, bankalar, kredi alma faaliyetini çok daha cazip hale getirmek adına bazı avantajları müşterilere sunmaktadırlar. Bunlar arasında, kişilerin neleri kredi karşılığı teminat göstereceklerine dair esneklik sağlamak, vadeleri daha da uzatmak, talep edilen faizleri azaltmak, ödemeleri daha kolay ve taksitli hale getirmek gibi olanaklar yer alır.
Teminat göstermekten bahsetmiştik; bu teminatlar, bankadan aldığınız krediyi ve kullanım bedeli olan faizi nakden ve vaktinde geri ödeyemediğinizde, sizin bankaya olan bu borcunuzun ne şekilde ve ne ölçüde tahsil edilebileceğini belgeleyen unsurlardır. Rehinler, ipotekler, sair malvarlıklarınız, bankaya olan borcunuzun teminatıdır ve banka aslen bu teminatlarınızın değeri ölçüsünde size verebileceği kredi meblağını belirler, yani bu teminatlar sizin banka karşısında itibarınızı ifade edecektir. Kredileri gerektiği şekilde geri ödeyebilmek de, o kişinin kredi itibarını bankalar nezdinde yüksek tutacaktır. Düzenli surette ve büyük ölçekte kredi alan kişiler için, bütün bankalar karşısında olabildiğince muteber ve temiz kredi geçmişlerine sahip olmak ziyadesiyle mühim ve gereklidir.
Bir bankaya gidip kredi almak korkutucu görünebilir, ama kredi unsuru sadece bankadan çekilen ve tek seferde imza karşılığı parayı ödünç alma faaliyetine dayanmaz; bankanın kredi vermek için başka araçları da vardır. Bunların en başında, hemen her cüzdanda artık yerini bulan kredi kartları gelir. Kredi kartları, özetle, bir bankanın vadesiz hesabındaki paranız (mevduat) kadar size harcama yapma yetkisi veren aygıtlardır ve elinizde nakit halde bulunmayan para ile harcama yapabilmeniz adına size kredi sağlar. Güvenlik başta olmak üzere türlü sebeplerden ötürü üzerinde nakit taşımayı tercih etmeyen kişiler için, kredi kartı, bu kişilerin banka hesaplarındaki para ile alışveriş yapmasını sağlayan bir ödeme aracıdır. Günümüzde, kredi kartı sahibi olmayı daha kolay hale getirmek adına, kişilerin illa da bankada belirli miktar paralarının bulunması gerekmez, bankalar için mühim olan, günü geldiğinde, size verdiği krediyi ödeyebilecek ekonomik güçte olduğunuzu bilmektir. Kredi kartı ile yaptığınız harcamada, bankadaki mevcut/mevcut olmayan paranızı, harcama yaptığınız yere teminat gösterirsiniz, daha sonra, harcama yaptığınız yer, ilgili tutarı bankadan tahsil eder. Banka ise, size, dönem sonunda yaptığınız harcamaları ödemeniz adına bir fatura (ekstre) sunar ve siz bu meblağı, bankanın kredi kartı ücreti ve hizmet bedelini de üzerine ekleyerek, bankaya ödemekle yükümlü olursunuz (ister banka hesabındaki bakiyenizden, ister başka biçimlerde). Döneminde ve tamamen ödemediğiniz her borç, bankaya ek faiz hakkı doğurur ve elbette hukuk çerçevesinde sizden er geç tahsil edilir. Borcunuzu zamanında ve tam ödemek, tıpkı kredide olduğu gibi, sizin itibarınızı yükseltir ve bankaların kara listesine girmenizi engeller. İtibarı, yani kredi kartı borcunu ödeme gücü ve geçmişi üst düzeyde olan müşteriler için, bankalar, limitsiz kredi kartları da yaratmıştır. Böylesi müşterilerin borçları ne tutarda olursa olsun, banka, bu kişilerin borçlarına olan sadakatinden ve borçlarını gerektiği gibi ödeyeceğinden daha az kuşku duymaktadır.
Ödeme aracı demiştik; ödeme aracı olarak, bankalar, kredi kartının yanı sıra başka kredi aygıtları da düzenlemektedir, ki bu aygıtların en önemlisi, çektir. 6102 s. Türk Ticaret Kanunu’nda da kambiyo senedi ve kıymetli evrak sayılan ve oldukça geniş yer tutarak hatırı sayılır bir önemi haiz bulunan çek, kredi kartı gibi vadesiz mevduat hesabındaki para ile teminat altına alınmaz, kendine has ve kendine ait hesaptan işlem görür. Dolayısıyla, çek ile işlem yapmak isteyen kişilerin, sırf bu çekleri teminat altına alacak ayrı bir çek hesabı açtırmaları gerekir. Hemen belirtmek lazım gelir ki, çek hesabı açmak daha zor ve teferruatlı olduğundan, çek sahibi olmak, kredi kartı sahibi olmaktan daha yüksek itibar doğuran bir olgudur. Yine bunun bir getirisi olarak, çek ile yapılan alışverişlere duyulan itibar ile kredi kartlarıyla yapılan harcamalara duyulan itibar fark arz eder – yaptırımları da öyle. Çekin kredi kartından en temel farkı şudur: kredi kartı gibi burada da, ödeme taahhüdünü alan 3. Kişi, yani çeki kullanarak harcamanın yapıldığı muhatap, yine harcamayı yapan kişiye ait tüm alacaklarını esasen tek bir tarihte tahsil eder evet, ama bu tarih, kredi kartıyla yapılan harcamanın aksine bankaların hesap dönemi değil, çekin üzerinde vaadedilen tarihtir.
Konuya geri dönelim ve bu menem kredilerin ekonomiye nasıl can verdiğine bir bakalım. Bir ekonominin işlem hacmi, o ekonomiye ait piyasalarda ne derece ve ne sıklıkta işlem yapıldığı ile anlaşılır. Dolayısıyla, herhangi bir piyasaya dahil olacak her yeni aktör, o piyasada işlem göstererek, az da olsa piyasanın ve göreceli olarak da ekonominin hacmini arttıracaktır. Dolayısıyla, mikro kredi ile ihtiyaçlarını karşılayan tüketiciler ve bilhassa makro kredi ile kendi iş gücünü oluşturan/arttıran müşteriler, ister istemez bir yandan da devletin ekonomisini geliştirmeye katkıda bulunacaklardır. Parası olmayan insanın harcama yapması çok daha zordur, dolayısıyla, insanları para sahibi yapmak ekonominin birinci koşuludur ve bankalar, krediler vererek hem kredi verdikleri kişileri hem de o krediler sayesinde o kişilerden para kazanacak diğer kişileri para sahibi yapmış olurlar. Dolayısıyla, bankaların, para sahipleri (mevduat yatıranlar) ile ihtiyaç sahiplerini (kredi alan kişiler) biraraya getirme faaliyetini, devlet de madden ve hukuken destekler. İlkçağdaki ruhban sınıfı desteğinin aksine, kredi vermek ve bu kredileri işleterek para kazanmak, işin içerisine faiz unsuru da gireceği için, kimi zaman manevi unsurlarla (din) çatışma yaşayabilmektedir. Bunun içindir ki, güç sahibi olanlar (devlet, belediyeler, özel teşebbüsler, eşdeğer teşkilatlanmalar, eski zamanda derebeyleri, ağalar, vs.), bankaların ortaya çıkışından bu yana bankalardan çoğu kez kredi alma ihtiyacı içerisinde olduğundan, bu ihtiyaçları tebaalarının manevi bakış açılarıyla ellerinden geldiğince uyumlu hale getirmeyi de ihmal etmemişlerdir (Ö: Vatikan Bankası ve Hazinesi, Din reformu, Protestanlığın doğuşu, İslam’a göre faizin caiz olup olmadığı, ticaret ile uğraşmanın Yahudilik’te günah olmaması, vs.). Bu durumların neticesinde, devlet kimi zaman kendi sermayesi ile banka kurmuş, kimi zaman bankaları teşvik edecek düzenlemelere gitmiş, belli bir süre sonunda da, devletin kime ne kadar borçlanacağını veya kimi borçlandıracağını ilk elden tesis etmek ve yeri geldiğinde banknot basmayı kararlaştırmak gibi faaliyetleri gerçekleştirip tüm bankaları ülke ekonomisine tek göbekten bağlayabilmek adına, Merkez Bankalar kurulmuştur, ki, günümüzde merkez bankaları, devletin egemenliğini simgeleyen kurumların en başında gelirler.
İLETİŞİM İÇİN:
Gevshek, başta Eksisozluk eserleri olmak üzere, inceleme ve irdelemeleriyle, buralarda saf tutmaktadır...
-
Kâr amacı gütme (faiz, tahvil, fon): Evet, yukarıdaki şekillerde banka, paranızı saklamayı ve hatta size kredi vermeyi kabul etti. Peki ya karşılığı? Yani, bankanın bundan çıkarı nedir? Elbette ki, faizdir. Ve hatta, faizden de faiz kazanmaktır. Bunları özet olarak sıralarsak, ilki, bankanın, mevduatları türlü maksatlarla değerlendirmesidir, yani siz o parayı bankaya emanet edersiniz, banka da tüm basiretiyle hem size hem kendine kâr sağlamaya çalışır ve bunun için aslen sizin paranızı (mevduatlar) kulllanır. Pek çoğumuzun bildiği üzere, bir bankada hesabımızı kapatmadıkça, o hesabı işler halde tutabilmemiz için, yani bankayla ilişkimizi sürdürebilmemiz için, bankadaki vadeli veya bilhassa vadesiz hesabımızda belli bir miktarın asgari olarak sürekli bulunması gerekir (minimum bakiye), ki bu meblağ genellikle (her gün sonunda) 1-3 TL arasıdır. Bu rakam bize komik gelebilir, ama bir bankanın yaklaşık 1 milyon müşterisi varsa, her müşterisinin hesapta en az 1 TL bulundurduğu göz önüne alınırsa, 1 günün sonunda özsermayesi hariç bankanın işlem yapabileceği asgari 1.000.000 TL’si olur. Bu parayla banka, yukarıda bahsedildiği üzere, öncelikle, ihtiyaç sahiplerine kredi dağıtır, ki oradan gelen faizlerle hem kendisi kazanır, hem de mevduat sahiplerine taahhüt ettiği faiz kazancını karşılar. Yani, mevduatı kullanarak kredi verir ve o kredilerden gelen para ile hem kendisi para kazanır hem de mevduat sahiplerine para kazandırır. Elbette, kendi kazandığı parayı da, mevduat sahibine kazandırdığı parayı da, başlıca, yine yeni krediler vermekte ve oradan kazanç sağlamakta kullanır. HER MEVDUAT BANKASI, SADECE VE SADECE KÂR AMACI GÜDEREK KURULUR. Bankaların, kredi dışında kendine has yatırımları da bulunabilir, fakat esas gelir kaynakları, kredi faizleridir. Kredileri verebilmek adına da bizden aldığı mevduatları kullandığı için, kredi faizleri ne kadar yüksekse, mevduatlara ödeyeceği faiz de o kadar yükseliş gösterir. Unutulmaması gereken husus, bankanın, bize mevduatlar üzerinden kazandıracağı parayı, kredilerden kazanılacak toplam miktardan kendi kazancını tenzil ederek hesapladığıdır, ki böylece birey başına bankanın kazancı bizim birey olarak kazancımızdan (kredilerden dönen faiz bakımından) daha az olsa da, bankanın toplam kazancı bizim bireysel kazancımıza nazaran çok çok daha fazla olur, tıpkı, minimum bakiyede olduğu gibi. Bankanın hizmet ve para kullanım bedeli olarak belirleyeceği meblağ ile birlikte, ekonomik gücümüz, paranın değeri, piyasa ve ekonomi durumu, paranın başka paralar karşısındaki değeri ve ilgili paradan yoksun kalacağı süreç boyunca ne kadarlık bir kazançtan yoksun olacağı, yani parayı krediye vererek ne fırsatlar teptiği gibi hususları da hesaplayarak, bankalar, bizlere sunacağı faiz oranlarını belirlerler.
Başka bir gelir aracı da, aşağıda değinileceği üzere, havale ücretleridir. Yine aşağıda bir başka işlev adı altında açıklanacağı üzere, ödeme aracı takası da, bankanın hizmet geliri sağladığı bir alandır.
Sonuçta, bankaların nakit paraya (likit) ihtiyacı vardır. Her bankanın, kurulabilmek için belirli bir asgari özsermayeye sahip olması (ki bu rakam milyon dolarlar ile ifade edilen bir meblağdır) şarttır, bunun dışında, kredi verebilmek adına, müşterilerden mevduat toplar. Yetmediği yerlerde, bankalar da birbirinden, devletten veya başka odaklardan borç alabilir. Bununla birlikte hesaba katmamız gereken bir unsur daha bulunmaktadır: mevduat ile kredi, meblağ olarak birbirini karşılayabilir, yani denk gelebilir, ve fakat, bankanın topladığı mevduatın vadesi ile vereceği kredileri vadesi birbirini tutmayabilir. Örnek olarak, bir kişinin 100 TL’lik parasını vadeli mevduat hesabına koyduğunu, vadesinin de 90 günlük olduğunu varsayalım. Banka, bu 100 TL’yi bir talibe 2 yıl vadeli şekilde kredi olarak verirse, bizim 90 günlük mevduat vademizin sonunda henüz kredi olarak verilen mevduat bankaya geri dönmemiş olacaktır! Bu durumda, benim vade sonunda mevduatımla yapmak isteyeceğim işlemleri karşılamak adına, bankanın başka mevduatlara, başka müşterilere ihtiyacı doğacaktır. Genellikle mevduat sahipleri yatırımlarının zayi olmasından (kriz veya batık kredi sebebiyle bankanın zarar etmesi, batması, vb.) endişe duyarak mevduat vadelerini mümkününce az tutmaya çabalarlar, yani en az riski alırlar; kredi alan kişiler de en az riski almak isterler ama bu durumda vade bakımından tercihleri mantıken tam tersidir: yapmak isteyecekleri iş boylarını aşmayana dek, vadeyi uzatıp bekletme taraftarı olurlar. Dolayısıyla, likit, yani nakit para ihtiyacını karşılamak adına bankalar, yeni dönemde, Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) nezdinde kaydedildikten sonra, bir (1) yıl veya daha uzun süreli olarak verecekleri/ihraç edecekleri banka bonoları (tahvilleri) ile de fon, yani para elde ederler. Tahvil, özetle, bir borç senedi niteliğindedir ve tahvil (bono) ihracı, para ihtiyacı olan kuruluşların borçlanmak adına başvurdukları bir yöntemdir (tıpkı mevduat toplamak gibi), ki, bu kuruluşlara bankalar da dahildir. Bu tahviller, mevduat eksikliğini kapatmak ve yeni krediler de verebilmek için kredi hacmini büyütmek maksadını taşırlar. Bu tahvil ile banka, mevduat yerine koyacağı belli bir miktar parayı bir başka kurumdan ödünç/borç alır ve karşılığında tahvil senedi sunar. Tahvil, vadesi bakımından kredilere sunulmaya, mevduatlara nazaran, daha müsaittir, ve fakat elbette bankanın bu şekilde borçlanmasının şartları, mevduattaki borçlanma şartlarından daha ağır olacaktır. [Bunun haricinde, benzer usullerde devlet hazineleri (Hazine Müsteşarlığı) de, nakit (likit) ihityacını karşılamak için hazine bonosu (vadesi 6 aydan az ise) veya devlet tahvili (vadesi 6 aydan fazla ise) düzenleyerek hazine adına borç alabilmektedir. Bu tahvillerin vade sonundaki tahsili sonucu, detaylarına burada inmeyeceğimiz iskonto işlemi gerçekleşir ki bu durum, tıpkı kredinin yeni kredilere vücut vermesi gibi, reeskont tarzı yeni tahvilleri de beraberinde getirebilen tahsilat işlemini ifade eder.] Neticede, mevduat ile tahvilin amacı aynıdır: belirli kıymetleri (malvarlığı) teminat olarak göstererek, borç para almak. Bunu her iki şekilde de banka yapar. Sadece, bu yöntemlerin şartları (vade, faiz, ödeme şekli) değişkenlik gösterir. Unutmamak gerekir ki, biz kazanırken, banka asla kaybetmez. Önce kendi kazancını garantiye alır, sonra bize para kazandırır. Dolayısıyla, bankalar, para kaybedecekleri, veya daha az kazanacakları (düşük kâr marjı taşıyan) işlere girmemekle yükümlüdürler. Yani, kanunen birer tacir sayıldıkları için, Türk Ticaret Kanunu'nda bahsi geçen meşhur 'basiretli bir iş adamı gibi davranma' yükümlülüğü, bankalar bakımından da ziyadesiyle geçerlidir.
-
Havale/transfer ve teminat mektubu düzenleme: Bu işlev, esasen, modern bankacılığın temellerinin atılma sebebidir. Günümüz tipi bankacılığın kökleri Mezopotamya’nın üstün olduğu çağlara uzansa da, havale ve teminat mektubu işlevinin asıl ortaya çıkışı, ortaçağda, Kutsal Kase Şövalyeleri’nin girişimi ile olmuştur. Buna göre, kutsal toprakları ziyaret etmek isteyen Hristiyan hacı adaylarının kıymetli eşyalarını saklamak ve gerektiğinde bu kişilere tekrardan o kıymetleri iade etmek arzusu ile kurulan bankalar, kişiye, malvarlığını ve o malvarlığının o bankada bulunduğunu gösterir nitelikte bir banka hesap cüzdanı ve yerine göre teminat mektubu düzenlemektedir ve bu yazı sayesinde kişi, bankanın diğer yerlerdeki şubelerinden veya anlaşmalı diğer kuruluşlarından, onlara kim olduğunu ispat ederek, bankadaki malvarlığı tutarında parayı veya yerine göre krediyi temin edebilmektedir. Bu durum, günümüze kadar muhafaza edilmiştir. Söz gelimi, Cenevre’deki A Bankası şubesine parasını/malvarlığını yatıran birisi, alacağı belge ile (hesap cüzdanı, yerine göre de teminat mektubu), aynı bankanın İstanbul şubesine gelerek o parayı tamamen/kısmen şubeden tahsil edebilir veya o şubeden veya bir başka kuruluştan (teminat mektubu sıfatıyla) kredi alabilir. Teminat mektubu burada, kişinin bankadaki malvarlığını, bankanın başka şubeleri ve başka kuruluşlar nezdinde bir teminat ve itibar olarak sunan araçtır. Bankadan alınan teminat mektubu, tıpkı bankadan kredi alınırken teminat olarak gösterilen malvarlıkları gibidir. Böylelikle kişi, kim olduğunu, ne denli muteber olduğunu ve ne denli zengin olduğunu hem banka şubesine hem de diğer kuruluşlara ispatlayabilmektedir. Günümüzde bu 'kimliği ispatlama' hususunun yerine getirilmesi için, teminat mektupları ve banka hesap cüzdanları ile birlikte, kimlik numarası, banka hesap no, hesap şifresi ve güvenlik soruları gibi tespit ve önlem düzenlemeleri mevcuttur. Yine aynı şekilde, bir bankanın bir şubesinden diğer şubesine veya başka banka, kurum, kişi ve kuruluşlara para transferi (havale) de yapılması mümkündür. Bu şekilde kişiler, nakite ihtiyaç duymaksızın, banka hesaplarındaki paraları belirli bir havale ücreti karşılığı bankaları aracılığı ile başka hesaplara veya başka muhataplara gönderebilmektedirler. Bu durum, yine başlıca güvenlik gibi sebepler yüzünden nakit para taşımayı tercih etmeyen kişiler için oldukça kullanışlıdır ve bankalar için de sair bir gelir kaynağıdır.
-
Ödeme: Bankanın ödeme işlevi, esasen kredi kartı veya çek gibi ödeme araçlarını kullanarak ödeme yapılmasından ziyade, bankanın bir ödeme aracı olarak kullanılmasını ifade eder. Yani, kişilerin bankalara verecekleri ödeme talimatları ile, hesaplarındaki mevduattan belli başlı borçlarının düzenli olarak ödenmesini sağlayabilirler (Ö: telefon faturası, kredi kartı borcu, elektrik, su, doğalgaz, vs. faturaları gibi). Bilhassa kaydi sisteme geçiş ve elektronik bankacılık uygulamalarının gösterdiği artış uyarınca, tüketiciler için güvenli, zahmetsiz ve gayrınakdi (kaydi sistem usulü) ödeme yapabilme fırsatının doğması mühim bir husus haline gelmiştir. Bu durumda, bankalar, ilgili ödemeleri gününde değil, bir sonraki gün yaparlar ve gün sonuna kadar, ödemede kullanılacak olan parayı kullanarak ek bir gelir elde ederler ve bu şekilde hem gecikme faizini karşılayıp hem de bir miktar kâra daha kavuşurlar, yani kısaca, bu paraya da mevduat muamelesi yaparlar.
-
Döviz, maden ve diğer ödeme araçlarına takas etme veya dönüştürme: Dönüştürme de, elbette, bir yerde takası gerektirir; bu işlev, bankanın, piyasanın kabul ettiği ödeme araçları arasında dönüşüm, alım-satım gibi işlemleri yapmasını sağlamaktadır. Bilhassa sanayi devriminden beridir, ekonomi dünyası, parayı, esasen de banknotu, önce nakdi, sonra da kaydi sistemin ortak ve mutlak hakim ödeme aracı kılmıştır. Buna karşın, emperyalizmin, yani yayılmacılığın ve ekonominin sağlamlığını temin etme ihtiyacının sonucu olarak, ülke banknotlarının birbirleri arasındaki değerleri (itibari ve reel değer, yani para biriminin tüm alım-satımlar yapılırken tercih edilme ve rağbet görme sıklığı, ekonomik gücü ve piyasada fiilen bulunma oranını ifade eden değerler), ve paranın altın, gümüş gibi madenler, yani diğer ödeme araçları ile arasındaki ilişki, bu kıymetlerin birbirleri arasında bir dönüşümü zaruri kılmayı sürdürmektedir. Madeni para veya dosdoğru madenin kendisi de, tıpkı para birimleri gibi, bir kura yani piyasaya ve piyasa değerine sahiptir ve rağbet gördüğü ölçüde ve bulunma sıklığına göre bir fiyat değişkenliğine tabidir. Kur Paritesi, yani bir para biriminin diğer para birimi karşısındaki değeri, aynı şekilde diğer menkul kıymetler bakımından da uygulanmakta olan sistemdir, fakat paranın diğer paralarla olan ilişkisi ile, paranın diğer ödeme araçları ile olan ilişkisi farklı özellikler arz edebilir. Parayı başka paralarla takas etme işlevi esasen günümüzde döviz büroları gibi şahsına münhasır kuruluşların esas görevi olmakla beraber, bankalar da kuruldukları ilk günden beridir bu işlevi ve paranın ve diğer ödeme araçların muhafazası, işlem görmesi ve mübadelesini/takasını halen daha yerine getirmektedirler. Elbette, alım-satım fiyatları arasındaki farklar sayesinde, banka, bu hizmeti karşılığı ve ilgili madenin/paranın bankadaki rezervinin değişimini telafi etmek adına, kendine bir gelir elde etmektedir.
Bu temel işlevlerden sonra, yazıyı bitirmeden önce, yukarıda hep bahsettiğimiz kaydi sistem ve nakdi sistem lakırdısını bir izah edelim ki kafalar karışmasın: nakdi sistem, somut olarak, kişilerin, nakit parası (likit) ile işlem yaptığı sistemdir. Kaydi sistem ise, kişilerin nakitlerinin de var olduğu, fakat bankadaki ve sair kuruluştaki kayıtlı paraları ile işlem yaptığı sistemdir. Dünya, artık, elektronik unsurların ve teknolojinin de gelişme göstermesi sonucu, kaydi sistemi tercih etmektedir. Bu durum sonucu, kişiler, her an, sahip oldukları paranın tamamının bankadan çekilmesini talep edemeyebilirler, öncelikle bankanın rezervinde ilgili paranın nakit olarak mevcut bulunması ve ödemeyi yapabilecek hale gelmesi gerekir. Yani, tüm hesap sahipleri bir gecede bir bankadaki tüm paralarını çekmek istese, banka bu talebi karşılayamayacaktır. Çünkü, doğal olarak, kredi dağıtabilmek adına, bankalar, mevduat olarak yatırılan nakitleri kredi olarak ihtiyaç sahiplerine dağıtırlar ve o nakit, kredi geri ödenene dek, bankada bulunmaz. Dolayısıyla, o kredinin vadesi gelene dek, bankaya para yatıran kişinin (mudi) parası, kayden bankada görünür, ama nakden bankanın kasasında mevcut olmayabilir. Bunu elbette bütün müşteriler ve krediler için düşündüğümüzde karşımıza şu durum çıkar: dünyadaki tüm mevduatı aynı anda karşılayacak kadar nakit para, mevcut değildir! Yani paramız vardır, ama onu tahsil edebilmek için, öncelikle bankanın yeni paralar kazanmasını beklememiz icap eder! Bu durum, yukarıda açıklandığı gibi, yeni müşteri, yani mevduat sunacak yeni kişiler (mudi) ve tahvil düzenleme ihtiyacını körükler.
Giderayak, son bir kelam edelim ve mevcut banka türlerine de bir göz atalım. Ayrımlardan bir tanesi, bankanın kuruluşu için gereken özsermayenin kamu (devlet) tarafından mı yoksa özel sermaye ile mi karşılandığına dayanır. Kamu sermayesi ile kurulan bankaların en büyük örneği, Ziraat Bankası, Halkbank ve Vakıfbank T.A.O’dur. Bunun yanı sıra Türk Eximbank ve İller Bankası da kamu sermayeli bankalardır. Özel sermayeli bankalar bakımından ise, Türkiye İş Bankası, Akbank, Garanti Bankası, ING, TEB, Finansbank, Kuveyt Türk gibi örnekler mevcuttur. Eskiden, OYAK Bank gibi, sermayesini sadece belirli bir kesimin (ordu mensupları) karşıladığı ve sadece belirli kesimlere hizmet eden bankalar da mevcuttu, şimdi OYAK Bank, faaliyetini ING Bank adı altında özel sermayeli bir mevduat bankası olarak sürdürmektedir. İkinci mühim ayrım ise, bankaların işlem türüne göre yapılır ve kabaca şöyledir:
-
Mevduat Bankası: günümüzde, en çok tercih edilen banka türü, mevduat bankacılığıdır. Mevduat bankacılığı, adı üzerinde, kısa vadelerle (1 yıl veya daha az) kendisine emanet edilecek mevduatların toplanması ve kredi olarak dağıtılması üzerinden çalışmayı esas alan bankacılıktır. Yeni dönemde, mevduat bankalarının da tahvil (bono) düzenlemelerine müsaade edilmiştir. Tanıdık mevduat bankaları mı dediniz? Akbank, Garanti Bankası, Türkiye İş Bankası, Finansbank, Ziraat Bankası, ING Bank, Şekerbank, vs.
-
Yatırım Bankası: bu cins bankaların mevduat toplamasına müsaade edilmemektedir ve dolayısıyla ana fon (likit-para) kaynakları, tahvil senetleridir. Eski dönemde, yatırım bankaları dışında herhangi bir bankanın tahvil senedi ihracına müsaade edilmezken, yeni dönemde yatırım bankalarından bu tekel alınmıştır. Yatırım bankaları, mevduat toplamaya girişmedikleri için, mevduat bankalarına kıyasen çok daha az şubeleri bulunur ve müşterilerine verecekleri bankacılık hizmetinin kapsamı daha dar olur. Tanıdık bankalar: Türk Eximbank, İller Bankası, Aktif Yatırım Bankası, vb.
-
Katılım Bankası: Mevduat bankalarına benzer nitelikte olan fakat mevduat bankalarındaki sabit getirili mevduatlar yerine kâr ve zarara katılım fonu toplayan banka türüdür. Yani burada, vade ile sabit faiz getirecek olan mevduat yerine, müşterilerin herhangi bir yerde işlem görecek paralarının bankaca işletilerek kâr ve zararına ortak olunması ve bu paranın işletilmesi sonucu elde edilecek kârdan bankanın hizmet bedeli olarak pay alması söz konusudur. Buradaki zarar ihtimali ise şu yüzden mevcuttur: mevduattakinin aksine, burada, vade sonunda elde edilecek kazanç (faiz yüzdesi) sabit değildir, dolayısıyla, işlem gören paranın zarar etme ihtimali de bulunmaktadır. Riskin mevcudiyeti sebebiyle de, bankalar, kâra ortak oldukları gibi, olası zararlara da ortak olurlar. Bu bankacılığın mevduat bankalarından bir diğer farkı ise mevduat bankalarının aksine finansal kiralama işlemi yapabilmeleridir. Tanıdık bankalar: Kuveyt Türk, Al Baraka Türk, Bank Asya
-
Kalkınma Bankası: Bu bankaların da mevduat toplama yetkisi yoktur; ve fakat, bu bankalar bir siyasi ve ekonomik misyonu üstlenen bankalardır ve o misyon, az gelişmiş bölgelerin üretken kılınması ve kalkınması amacıyla yapılacak yatırımları teşvik etmektir. Teknik yatırımlar ve orta-uzun vadeli para kaynağı teminine dayanan bu sistem ile geri kalmış ekonomik faaliyetlerin ilerlemesi amaçlanır. Misal mi?: Bank Pozitif, Merrill Lynch, Türkiye Sınai Kalkınma Bankası, (eskiden Şekerbank da bu kategorideydi) vs.
-
Merkez Bankası: Asıl amacı para değerini ve değerin istikrarını korumaktır. Ayrıca, devletin para politikasını (döviz kuru istikrarı, para basılıp basılmaması, enflasyon hedefi vb.) da tesis eder. Merkez Bankalarının bugünkü üç temel amacı, parasal değer istikrarı, ekonomik denge ve finansal istikrardır.
Enflasyon demişken yine açılsın çenemiz; enflasyon, kısaca, paranın alım gücünün artması veya azalmasını ifade eder. Enflasyon ne kadar fazlaysa, para o kadar değer kaybeder. Bununla birlikte şu soruya cevap bulmak gerekir: piyasadaki paranın miktarını arttırarak, yani yeni para basarak, borçlarımızı kapatamaz mıyız? Bireysel olarak düşündüğümüzde belki yanıt olumludur, ama piyasa açısından değişkenler farklıdır. Piyasada, yukarıda bahsedildiği gibi, paranın diğer paralar karşısında ne kadar muteber olduğu, yani değeri, işlemlerde ne sıklıkla kullanıldığı, yani tercih edildiği ve rağbet gördüğü, ve elbette, piyasada bulunma oranı gibi etkenler dikkate alınarak paranın değeri tespit edilir. Şöyle düşünelim kabaca: bir şeyden dünya üzerinde ne kadar fazla varsa, birim başına değeri de mantıken o kadar azalır. Çünkü kolayca ve bolca bulunabilmektedir. Elbette, bu şeyin altın mı yoksa sakız mı olduğu da bir fark yaratır, ama temelde, fazla olan daha değersizdir. Dolayısıyla, yeni para basmak, piyasadaki para (banknot) sayısını arttıracağı için, belki para bulmamızı sağlar, ama ödemeyi yapacağımız banknotların diğer para birimleri ve ürünler karşısındaki değerini, alım gücünü düşüreceği için, eskisinden de fazla paraya ihtiyaç duyar hale getirir bizi.
Bitti bitiyor, az kaldı. Biraz da ilginç bilgiler verelim: banka adı altında kurulmuş bilinen ilk banka, 1157 yılında kurulan Venedik Bankası'dır. Deniz ticaretinin o yıllarda hakimi olan Venedik ve Ceneviz halkları için, ticari hayatın dinamikleri çok daha çabuk gelişmiştir, buna bir diğer örnek, kurulan ikinci en eski bankanın 1408 tarihli Cenova Bankası olmasıdır. Halen mevcut olan en eski banka, 1472 yılında İtalya, Siena’da kurulan Monte dei Paschi di Siena Bankası’dır (Montepaschi Siena basketbol takımından tanırız kendilerini). Bu bankalar hep özel sermaye ile kurulmuş, ilk zamanlar mal tüccarlığı, nakliyeci veya komisyoncu olarak hizmet vermiş, sonrasında mevduat toplamaya ve kredi vermeye başlamış yöresel bankalardır. Daha sonra, 1587’de yine Venedik’te Venedik Rialto Bankası, 1609’da Amsterdam Bankası, 1619’da Hamburg Bankası, 1659’da İsveç Bankası ve 1696’da İngiltere Bankası kurulmuş, bankacılık giderek evrensel bir nitelik kazanmış ve devletler de bankacılığın önemini kavramıştır. Değişik dinlere hitap bakımından da şunlar söylenebilir: 1327 yılında, Abu Bakr b. Mase-ud al-Kasani’nin kurduğu İslami havale finans sistemi, İslamiyet kanununun bir kurumu olarak halka tanıtılmış ve dini ve sosyal hayatta Müslümanları banka ile buluşturmuştur. 19. Yüzyılda Sanayi Devrimi neticesinde gelişen ticaret ve ticarette kullanılan sermaye, bankaları parasal ilişkilerin merkezi haline getirmiştir. Halktan mevduat toplayarak kaynak yaratan bankalar, ticaret alanında, kendi özkaynakları ile çalışan bankalar ise yatırım ve kalkınma bankacılığında uzmanlaşmıştır. Ticarete dayalı kapitalizmden sanayiye dayalı kapitalimzin geçişinde de bankalar, oynadıkları bu rol neticesinde tekelleşmiştir. Sermaye ulusal çapı aşıp, uluslararası hale geldikçe de, dünya pazarlarına bu mali sermaye grupları hakim olmaya başlamıştır.
Kıssadan hisse, günümüz hayatının, ve böyle giderse de geleceğin ekonomik ve siyasi işleyişinin belkemiğini para, dolayısıyla da bankalar işgal altında tutmaktadır, tutacaktır. Bankanın hukuken ve devletin kolluk gücüyle korunması, onların ekonomik hayattaki hayati rolleri sebebiyledir. Bankalar, bizdeki parayı başkasıyla buluşturan ve bunun neticesinde hem bize, hem bizim paramızı kullanan o başkasına, hem kendine hem de devlete para kazandıran aracı (intermediary) kurumlardır (ister istemez). Yani, en azından, amaç budur. Elbette, bu çarkın içerisindekilerden birisi bile basiretsiz şekilde iş yaparsa, türlü felaketler çarkın tüm tekerlerine çomak sokabilir hale gelir. En büyük risk altındakiler, mevduat sahiplerinden ziyade, bilinçsiz şekilde kredi alan kişilerdir. Günlük yaşamda bizim mevduat sahibi olmamız da, kredi kullanmamız da oldukça kolaydır ve bunlardan biri olursak, diğerini de unutmamamız, harcamalarımızı akıllı, planlı yapmamız gerekir. Bankanın bu işlevleri dikkate alındığında, mevduat, kredi ve tahvillerin daha sağlıklı buluşacağına kuşku yoktur.
Kaynak? Kaynak... Kaynak ‘Babam’ desem inanır mısınız? (Kendisi 30 yıllık bankacıdır bu arada); ama diğer kaynakların başlıcaları, en.wikipedia, http://www.onlinekredi.com/banka-nedir-bankacilik-tarihcesi/, birkaç manalı tez çalışması ve brittanica.com’dur. Saygılar sunulur, selamlar verilir; başta repo ve türev işlemler olmak üzere, elbet yazının eksiği çoktur, fakat umarım, pek yanlışı yoktur. Sürç-i lisan, laf-ı güzaf ettiysek affolunması dilenir.
- Gevshek (07.01.2014)
Yazarın diğer eserleri:
Birileri, 'paylaşmak' mı dedi demin?