
Efran Teferruat (İmlâcI'dan, sOzlere)
Sadece Karo Kızı değil derdi; mütebessimliğine katkıda bulunan her şeyle, burada, eşlikçinizdir İmlâcı...
KADININ FERİ ('Öğretmen'e..)
İki kardeşi olan kadının hikayesiydi o;
Belki yalnızca ablaydı, ama
En az rahmetlisi kadar ‘anne’ sayılırdı;
Münhal gönlünce, O yavrular gülünce güler,
İnciler nemlenince,
Pederi demlenince, ufak tefek ağlardı;
Soluduğu her havadan göz alırdı;
Soyu gibi, soylu kalacaktı;
Küçük kelimeleri, koca sözleri olacaktı;
Şirindi o, nezihti, mümtazdı;
Gül cemali gibi, sofrası da pürdü,
Canını yaktıklarında, henüz yirmiye kadar saymıştı ömrü...
Tüylü paltosundan telvelenen nûfer saçları,
Cihana değen tok pâre yanakları,
Asil burnunu kıskandıran nimetleri vardı;
Gözleri, gösterişleri yakardı;
‘Süslü’ de deseler namına,
Süs püs, sus pus arkadaşlarının arasında,
Üryan bebekler kadar sade kalırdı;
Hep bir kalenderlik mersiyesi,
Takdirler okşardı terbiyesi;
Oturuş, kalkış, hal-gidiş,
Herkesin evladına tavsiyesi;
Düşleri, ahraz cennet sayfiyesi,
Gözleri, tüm semtin bahriyesi;
Düşünceleri gibi büyük, sobalı ev,
Kar içinde taze patikler,
Paltosu, imbat mavisi;
Şaşaa yok ceddin hamurunda,
Tekmili kültür beşiği hamisi;
Debdebe sayılırdı hanede,
Haftada taş çatlasın
İki beyaz muhallebisi;
Radyonun, sinemanın başında,
Bültenin, mecmuanın peşinde,
El değmemiş kitapların tesellisi;
Muteber-i âlâ, sükûnet abidesi;
Sevdikleriyle şakırdı sesi, sülün gövdesi;
Tebessümü sünnet, büyük dedesi gazi;
Meğer, ne masumdu mazi!
Tuluat aktrisleri gibi rol kesmeye özendi;
Kalktı tek kaşı, yürüdü,
Kirazlarının kavşağında nefesler kesildi;
Türküler döküldü, şiirler atıldı, nutuklar tutuldu,
Zamanı değişti, 'hanım' oldu...
Etrafına abiler doluştu.
Yan baktı, üşüştüler;
Göz kırptı, dövüştüler;
Öpücük kılıklarını geç,
Gamzelerini bile bölüştüler...
Başkasının teniyle örtüşünce,
Pembeleşti kulakları;
Mercanlar goncaya vardı, çiçek açtı.
Ses etmedi, renk vermedi,
Fakat,
Pek hoşuna gitti..
56 yılıydı, son bahardı,
Nihayet iki yeni eli tanıdı parmakları,
Yanakları kancık buselerle doldu;
Tırnaklarında süs cilası,
Koynunda şişkin harçlığının esamisi,
Boynunda el örgüsü atkının şişleriyle,
Salınmayı bilmeden endam etti,
Yörenin tufan’ına...
Kokular sürdü korkularına;
Gözüne güvendi,
Uyumadı ilk sefer yuvasında...
Yıldızlar çok çapkındı canım!
Yüksek mektebini, tahsilini,
Katladı koydu çeyizine istikbalini;
Sevdiklerini küstürünce ispatlandı rüştü;
En 'baba' sillesini yedi icap edince,
Kâr eder mi hiç!
Kaçtı, yârin sinesine,
Gönlüne düşülmeden evvel, gönüle düştü;
Toydu, kolaydı, ciciydi, narindi,
Sevdirmeyi bilince, sevmeyi öğrenemezdi;
Aşkı, tokalarına hapsetti gölgesini;
Ruhunu hayra değil, haybeye yordu;
Sordu, efrat sustu, zürriyeti soldu;
Yakındı,
Edası kardeşlerinden koptu, dağıldı;
Yüklerinden arındıkça yüklediler canını;
Canına 'can' kattılar,
O, canan olamayıncaya dek...
Umursayamadı,
Metruk kaldı,
Minik göbeği, ‘karnı’ olunca,
'Sevdiğim' dediği, uzakta durunca,
Düştü bukleleri derine;
Nazenin fışkıran eller,
Halel fiskelerle kurudu;
Gözleri, dudaklarına indi,
Yanakları kadar kurudu yüreciği;
Ne kimsesi durdu ardında,
Ne yanında kaldı kimseciği;
Yırtıp yırtıp giydiği buketleri,
Eski jetonlar kadar para etmedi;
Altın kalbi, tenindeki madendi,
Lakin, bozdurup ayarsız cevherini,
Kahrından giden babasını bile
Zeytin dallarına defnedemedi..
Çok geçmedi, sene bitmedi;
İki kardeşi hastalıktan göçtüğünde
Hatırda kalandı,
Rahmine yerleştirdiği incileri..
Göğsü çeliği öptü, tırtıkları okşadı,
Akan her ahmerde, nar güneşi ısındı..
Oysa O, kadının feri, bekânın hasıydı,
Cehaleti, kuytularda kovalandı,
Güldüğünde, pişman bile olamadı...
- İmlâcı 26.02.2014
KEHANET ('Öğretmen'e..)
Bir ağaçkakan yuva yapmıştı mevsim boyu sol yanına,
yazgısında teveccüh olan kadın, Lamia;
kar tanesini sağ avucunda tutsaydı,
etrafına hiç bakmayacaktı...
Çay bahçesindeki tek yalnız ikindisinde,
nicedir meyyal bitirimin çektiği sandalyede,
çekingen sohbetin kahkahalara varışına
şahit oldu;
Kırmızı bir esinti serpildi seçtiği 'karşısı'nda;
Küpelerinin çemberinde ayyaşa dönen parıltıyla,
Biçtiği yetmiş dört günü devirdi, minik Lamia;
hoş, kibar, nazik ve latif bir vurgun!
arza uğramaya niyetli her cemre,
üleştirdi gülücüğünü zerre zerre;
fitnata şirk koşan nice namert katre,
yirmi sekiz ongun seneye kaldı devre;
Gözpâresine kıyamayan kalbur uluf içinde
sevda! sevda! diye inleyen dilâver mihmandar
emniyeti saire sürmeyen sarih zimamdar,
saçları tel tel okşadı, ki derde düştü iki yürek,
ve dert değil, mesut inciler telaşsız tüfek
tefrikasına karaladığı için vaki olan üç dilek,
yareni, yar edeni, ve çiçek bezeli iki bilek;
işte müjdelenen kutlu mutlu medeniyet!
İki dudak payı kadar mesafesizmiş ebediyet,
ilk çayın demi, kahvenin hatırına on nispet,
İki yeşil, iki ela, kirpik kokan efran misket,
kum teninden samyeline tanecik kökü hasret,
hâillerin vaziyeti erinin saatinde köstek,
yetmez mi, günü gününe serpilen yüce mesnet?
sorguç bile çaresiz; devrin kutbu bu kısmet!
Yok!
Hayır!
baktı hemen sağ cenaha;
maviydi, benzediği bâd ve çiçekler;
Siper siper üstüne, zeynel saçan kiremitler,
kereveti kamil düşleri için hayır sever belitler;
bir kez lafza gelen, hayret bilir hedefler,
ben değil biz, demezse, hal huy bilmez sedefler
umacaksan kerameti, karşı koymaz medetler
yuva kurdun, gönül gördün, zina olmaz veletler!
ihtişamın maişeye sevgisini denetler;
aksi halde palavra, çok sevdayı sepetler!
Dendi....
dinlemedi....
kulakları safi seyre kederdi
gözleri sırf on mühre bedeldi;
Yüzünden damlalar yağacaktı zalim ve tane,
kadir kıymet duymadığından kansa namerde,
kaymak sakızı çiğnediğinin aksi istikamette,
incilerini gösteremedi şaibeli hemcinsine
çünkü,
sırtından akmalıydı nur-u ayını gün yüzüne;
Soluna döndü, rüzgar esti yeşil renkte;
Dedi ki hain sabî nefse:
Çek bir deniz üst üste,
taflan kokar gözlerine!
bir demliğe iki tomurcuk
susamlar dökülür bak sözlerine!
aheste endamlar aheste!
lakırdılar boş beleş vareste!
devindi mültefitten salınan nefeste;
müellifin ilhamına maruf hüceste,
neylesin yegâne basireti kafeste!
vurgunu lâl, nuru kör kılmış,
mabede uzanan niyaz, heveste!
Kan doladığı saçlarına,
yar buladığı suçlarına,
belayı bulaşık etti,
viran doldu yaşlarına
ihtilal! ihtilal!
günah soktu loşlarına...
Yok!
Döndü rüzgar gerisin geri,
çark eyletti o yüzükleri,
duçar yine yüzünün feri,
galebe çalmaz iğneleri
çiğnediği dehma peri
kesirsiz çayı, semaveri
örer hırka yeşilleri
sultan-ı yegâh şekilleri
yel artık sarı gelir,
bakışı muhafız-ı ümmet;
yaşına başına bakmadan
Allah yarattı demeden
çektiği dört çeyrek bilet
nimet olacak sanki
kur'ayla gelen kısmet...
Yok!
Olmuyor...
döneceği gerisinde, olmalı kendi evi;
verdi çayın ücretindeki madeni demi,
vazcaydı geleceğinden de, göreceğinden de;
onun yeri, kalbinin yanı,
onun içi, aklın tayını;
iyi ki vardı nedameti,
su dökülmez metaneti,
kıl aldırmaz kesafeti,
kuş kondurmaz asaleti...
Geçti gitti o ikindi;
Terbiye seçti perçemleri
Güveyi yel üfürdü,
Dönüş yolu göründü;
tık! tık! tık! gibi sürü,
bereket, mazinin değil,
ömürden gazinin yönü...
Hoşçakaldı...
- İmlâcı 26.02.2014
İLETİŞİM İÇİN:
Yazarın diğer eserleri:
Birileri, 'paylaşmak' mı dedi demin?