Boşluktaki Masal (Kalamiti'den masallar)
Kalbur zaman içinde kulaç atmanın bir ölçüsü varsa, bunu himmetinden sual olunmaz kalemlerden görmek en evlâsıdır. Keskin kalemiyle cümlelerin dalgalarını bir hikâyenin seline, bir masalın girdabına çeviren Kalamiti, uzaklardan, pek uzak adımlardan seslenmektedir bu köşeye...
PERDESİZ HAYATLAR
"Bugün buradan gidiyorum" diye yazdı adam elindeki kağıt parçasına. "Artık kalmamın bir gereği yok. Paranızı anahtarlığın arkasındaki kutudan alabilirsiniz. Ne eksik, ne fazla, her şeyiyle tamam. Allah'a emanet olun."
Yazdığı notu girişteki küçük masanın üzerine görünür bir şekilde bıraktı ve kapıyı çekip çıktı. Anahtarı ise paspasın altına bırakmayı ihmal etmedi. Bu evle işi bitmişti. Şimdi başka yerlere gitme zamanıydı. Tekirdağ'da yaşayan bir arkadaşı vardı, ne zamandır çağırıyordu. Onun yanına giderdi belki bir süre.
Şimdi buralardan ayrılmak için tam uygun zamandı. Nasıl başladığını kendisinin de hatırlamadığı bir şeye bulaşmış, sonra da olaylar kontrolünden nasıl olduysa çıkmıştı ve artık başını alıp gitmekten başka çaresi kalmamıştı. İçinde kötü niyet olmadığını, sadece çok yalnız olduğunu kime anlatabilirdi ki? Anlatsa da kimse inanmazdı zaten. Hayatta en korktuğu anlar, kendisini birilerine açıklama yapmak zorunda hissettiği anlardı. Karşındakini ikna etmek için gereken cümleleri seçmek ve tüm masumiyetinle o cümleleri sıralarken sana inanmayan yüzlerdeki o sahte sırıtışı izlemek...
Bu durumda ise, sadece etraftakileri masum olduğuna ikna etmesi yetmiyordu, polisi de masum olduğuna inandırmak zorundaydı. İşte bununla başa çıkması mümkün değildi. O yüzden en iyisi işler daha sarpa sarmadan alıp başını gitmekti. Temiz bir son...
Yaklaşık 3 ay önce sıradan bir günün akşamında her günkü rutinine uymayan bir şeyle karşılaşmıştı Sadık. Apartmanın en üst katında 2 odalı bir evde kendi halinde yaşayıp gidiyordu halbuki. Çalıştığı yerel dergiye kimi zaman yazılar yazıp gönderiyor, kimi zaman karikatürler çiziyor, kimi zaman da çeviriler yapıp makaleleri düzenliyordu. Evinden çalışabildiği için her zaman memnun olmuştu.
Hiçbir zaman fazla sosyal biri olmamıştı zaten. Çocukken de utangaç, al yanaklı, sarı saçlı bir oğlandı. Ama yakın arkadaşlarının yanında azdığı için annesinden çok dayak yemişliği de vardı. O günleri şimdi özlemle hatırlıyor, annesinin evinin o hiç unutamadığı kokusunu hatırlamaya çalışıyor ve sonunda da tüm bu anılarını bir kitapta toplamanın hayalini kuruyordu. Ancak bu kadar büyük bir sorumluluğu üstlenmeye henüz hazır hissetmiyordu kendini. Ailesini, anılarını, mahallesini en canlı şekilde resmedebilmeliydi, ne eksik ne fazla tüm gerçekliği ve sıcaklığıyla. Bu yüzden de ne zaman bilgisayarının başına otursa bir türlü nereden başlayacağını bilemiyor, nasıl yazacağına karar veremiyor, her şeyi berbat etmekten korkup "şimdi zamanı değil demek ki" diyerek kalkıyordu masanın başından.
3 ay önce o akşamüstü, yazılarını bitirmiş editörüne göndermişti. Bugünlük işim bitti, diye düşündü ve kalktı masasından. Gün batımını izlemek için penceresinin önündeki koltuğuna kuruldu ve apartmanların çatılarının üstünden uzaklarda görünen deniz manzarasını izlemeye koyuldu. İşte bu saatleri çok seviyorudu Sadık. İşler bitmişti, günün akşama dönmesini keyifle izleyip hayaller kurabilir, gökyüzünün maviden turuncuya, ordan sarıya ve en son ateş kırmızısına dönüşmesini hiçbir tonu kaçırmadan seyredebilirdi. Bu büyük seyir şöleninin ardından ışıklar tamamen sönecek, kırmızı yerini bordoya, laciverte ve en son karanlığa bırakacaktı. Sadık, karanlığa gömülen salonunda ışıkları yakmadan öylece oturmaya devam edecek ve bu sefer de siyahın içinde oynaşan ışıkları, şehrin ışıklarını izleyecekti bir süre. Belki de uykuya dalardı. Harika rüyalar görüp gecenin bir yarısı uyanır, herkesin uykuya daldığı bu saatte o kalkar, kendisine bir çay demler ve sigarasını yakardı. Ya da dışarı çıkıp boş sokaklarda öylesine dolanırdı, kim bilir. Bu özgürlüğünü seviyordu Sadık. Kimseye uymak zorunda kalmadan, saatlere sıkışıp kalmadan istediği gibi yaşamak...
Yalnızlıktan her ne kadar korksa da, insanların arasına karışmaya da o kadar gönülsüzdü. Yeni insanlarla tanışmaya hep tedirginlikle bakardı. Var olan güvenli çevresinden uzaklaşmak, Sadık için bilinmez sularda yüzmek gibiydi. Yeni tanıştığı birine gerçek Sadık'ı gösterebilmek ve bilhassa yanlış anlaşılmamak için o kadar çaba sarf ederdi ki; bu mücadele bir kabusa dönerdi onun için. Olduğundan farklı bir Sadık portresi çizmekten ve yeni tanıştığı insanların zihninde öyle bir Sadık hatırası bırakmaktan ölesiye korkardı. İşte bu yüzden tanımadığı kişilerin olduğu ortamlarda Sadık genellikle güvenli bölgeyi, yani sessiz kalmayı tercih ediyordu.
İlk tanışma sonrasında Sadık ile ilgilenen ve onunla iletişime geçmeye karar verenler Sadık'ı daha yakından tanımaya hak kazanırlardı. Kuzeninin doğum gününde tanıştığı Faruk böyleydi örneğin. Faruk, o gece sessiz sakin köşesinde oturan Sadık ile kısa bir sohbet etmiş, sevmişti adamı. İki gün sonra tesadüf eseri mahallenin kahvesinde karşılaştıklarında Sadık'ı oturmaya ikna etmiş, onu dinlemeye hazır olduğunu göstererek Sadık'a kendini açma cesareti vermişti. Sonrasında beraber balığa çıkmışlardı ki bu; 7 senelik arkadaşlıklarının başlangıcı olmuştu. Ondan sonra yalnızlıklarını da, aşkları, ayrılıkları da, ölümleri, doğumları, bayramları, cenazeleri de hep birlikte karşılamışlardı. Sadık'ın en yakınındaki birkaç kişiden en birincisiydi Faruk.
Şu son 1 yıldır Faruk'un aklı başında değildi gerçi. Faruk nasıl olduysa aşık olmuş, Sadık'ı aşkının her duygusuna ortak etmişti. Sadık arkadaşının mutlu olmasına sevinirdi elbet ama bu aşkın sonu hüsran olacaktı, bunu önceden seziyordu. Lakin Faruk'a bir şey söyleyemiyordu. İçten içe en yakın sırdaşını bir kıza kaptırmanın korkusu da yok değildi. Şimdi de sevdiği kızın arkasından İngiltere'ye gitmişti Faruk. 1 aydır oradaydı.
Gecenin sessiz saatlerinde sokaklarda dolaşırken düşünürdü kimi zaman Sadık. Faruk'u düşünürdü, aşkı için uzak memleketlere giden Faruk'u düşünürdü. İnsan aşık olunca gözü gerçekten kör oluyordu demek. Hele de aşkına karşılık bulursan... Düşünsene, diyordu kendi kendine, seni seven, saçlarını okşayan, elini tutan bir kadın. Yanı başında, yatağında, evinde, hayatının tam ortasında. Her sabah uyandığında yanında nefes alıp veren bir melek mesela. Saçlarını koklayıp öpebileceğin, sarılıp sıcaklığını hissedebileceğin bir can yoldaşı. Banyoda 2 diş fırçası, makyaj malzemeleri, mis kokulu kremler, mutfağımda renkli kupalar, çiçekli tencereler, mis kokulu örtüler, çiçekler, renkler, gökkuşağı... Bir eve kadın gelince bahar gelirdi ne de olsa. Sıcacık olurdu, nefes alırdı ev, güneş doğardı, yaşardı...
Sadık bunları düşünürdü işte. Hem de çok düşünürdü. "Beni seven, kucaklayan, omzumda ağlayan bir kadınım olacak mı acaba?" diye de sorardı kendine. Sadık bu düşünceden hem ölümüne korkar, hem de ölümüne isterdi. Ama Faruk gibi üzülmekten, harap olmaktan korkuyordu işte. "Kadınlara güven olmaz" lafı düsturu haline gelmişti. Öyleydi elbet, kadınlara güven olmazdı ama sevebileceği bir kadını olsa diye hayaller kurmaktan da geri duramıyordu işte. Hayatı bu siyah-beyazdan kurtulsun; renklensin istiyordu.
3 ay önce o akşamüstü başına gelecekleri bilmeden pencereden dışarıyı seyrederken de bunları düşünüyordu Sadık. Karşısındaki apartmanın boş dairesinin tutulduğunu fark etmemişti daha önce. Halbuki camda asılı olan "Kiralık" yazısı 1 haftadır kalkmıştı. Işık yanınca gayri ihtiyari o tarafa dönen Sadık, içerde temizlik yapan 3 kızı görmüş oldu. Evin perdeleri henüz asılmamıştı. İçerisi kolilerle doluydu. Kovalarla süpürgelerle gelen 3 kız ise harıl harıl temizliğe devam ediyorlardı. Sadık, "Üniversiteliler herhalde" diye geçirdi içinden. Perdeleri olmadığı için içerisi net bir şekilde görünüyordu çevredeki apartmanlar tarafından. Ama yeni taşındıkları evi temizleyen 3 kıza kim bakardı ki zaten. Sadık başını öte tarafa çevirdi ve trafiğin git gide yoğunlaştığı caddeye döndü yüzünü. Bir sigara yaktı, hayallere daldı yine.
Aradan geçen birkaç hafta içerisinde Sadık'ın dikkatini çeken bir şey olmuştu. Karşı apartmana yeni taşınan kızın her gece perdeleri açık oturduğunu fark etti. Bu dikkate değer bir gelişme olmayabilirdi tabii; ancak her akşam ışıkların altında seyre davetiye çıkaran o salonu gördükçe, o evi görmezden gelememeye başlamıştı Sadık. Kendisi bilerek bakmıyordu; işi olmazdı. Ama o dairede oturan kız da kapamıyordu işte perdelerini, hep açıktı, hep aydınlık... İnsanın kimi zaman gözü takılıyordu. Sadık gibi yalnız ve geniş hayalgücü olan insanlar için ise gözü takılmaktan öte, yeni ve bilinmez bir hayata tanıklık etmenin heyecanı sarıyordu insanı. Her gece, her gece... Hava kararıp evlerde bir bir ışıklar yanmaya başladığında, o dairenin de ışıkları yanıyor ve hep açık kalıyordu. Kız kimi zaman televizyon seyrediyor, kimi zaman bir şeyler okuyup şarabını yudumluyor, kimi zaman resimler çiziyordu. Sadık bakmak istemese bile, artık istemsiz şekilde görüyordu kızın salonunu ve o salonda olup bitenler ilgisini çeker olmuştu.
Sadık bir zaman sonra kızı her akşam beklemeye başladı. Salonun ışıkları ne zaman yanacak, kız bakalım bu gece neler yapacak... Ressam mı acaba? Herhalde Güzel Sanatlar Fakültesinde okuyor. Her gece aynı saatte gelmiyor eve. Evet evet kesin Güzel Sanatlar Fakültesinde okuyor o zaman. Erkek arkadaşı yok belli ki. Fazla arkadaşı da gelip gitmiyor eve, genelde yalnız. Rahat bir kız olduğu, perdeleri açıkken salondaki koltukta sere serpe yatmasından anlaşılıyor. Ama çok okuyan da birisi, orası kesin. Baksana şu koca kitaplığa...
Röntgencilik midir, yoksa masum bir merak unsuru mudur, bu ayrımı uzun süre yapamadı Sadık. Hem müthiş bir suçluluk duygusu hissediyor, hem de içindeki merakı frenleyemiyordu. Bakmak, izlemek, kızın hayatına tanıklık etmek için yanıp tutuşuyordu. Ayıp, yanlış, terbiyeslizlik vb. sıfatları kendine defalarca tekrarlamış, kendine en ağır küfürleri etmiş, ama sonunda yine ışık yandığında gözleri istemsizce o daireye kaymıştı. Kıza bir kötülük yapmayı asla düşünmüyordu tabi ki; onunki yalnızlığına bir ortak aramaktan ibaretti. Hem kızın da yalnız olduğunu biliyordu. Ama yine de evinin penceresinden başka bir evin içini dikizlemek... Hayır hayır, dikizlemek denmemeli buna. Dikizlemek, terbiyesizce olur, içinde kötü niyet barındırır. Sadık kötü niyetli değildi ki, dikizlemiyor, gözlemliyordu sadece. Hem etrafta bir sürü irili ufaklı apartman varken, perdeleri sonuna kadar açık yaşamak kızın kendi seçimiydi. Çevre apartmanlardan gözü takılanların, merak edenlerin olabileceğini hesap etmeliydi. Ya da etmemeliydi... Sadık neyin doğru neyin yanlış olduğunu kestiremiyordu artık.
Günlerden bir gün, Sadık'ın kalp çarpıntısı geçirmesine sebep olan olay gerçekleşti. Yağmurlu bir günde, hava kararmaya yüz tutmuşken, Sadık penceresinin önünde bilgisayarına bakıyordu. O sırada karşıdaki apartmanın malum dairesinde ışıkların yandığını fark etti. Göz ucuyla şöyle bir baksa da, bilgisayardaki aciliyeti olan işine geri döndü. Fakat bir zaman sonra yine merakına yenik düştü ve uzak mesafeli arkadaşının ne yaptığına bakmak için başını o tarafa çevirdi. Kızı pencerenin önünde bir şeyler çizerken buldu. Yüzü dışarıya dönüktü. Dışarıda gördüğü bir şeyi çiziyor olmalıydı ama bu havada neyi görüp de çizdiğini anlayamadı Sadık. Hava puslu ve yağmurluydu. Ayrıca yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. Kız büyük dikkatle dışarıda her ne görüyorsa onu çizmeye devam ediyordu. Saçlarını toplamıştı, üstünde hep evde giydiği mavi t-shirt vardı; bir omzu hafif aşağı kaymıştı ancak; konsantresini bozmadan çizmeye devam ediyordu. Arada ağzını oynatıyordu bir de... Müzik dinliyordu büyük ihtimalle. Şarkılara eşlik etmeyi seviyordu belli ki. Ne harika bir sesi vardı kimbilir. Tam o sırada kız, yüzüne düşen bir tutam saçı kulağının arkasına koyarken bakışlarını yukarı doğru kaydırdı ve onu izleyen bir çift göze takıldı gözleri. Sadık can havliyle perdenin arkasına saklandıysa da, kızla göz göze gelmekten kurtulamadı. Hatta kızın ona gülümsediğini bile görecek kadar değdi gözleri birbirine. Sadık o kadar korkmuştu ki, kalbi ağzında atıyordu adeta. Yaptığı şeyin çocukça olduğunu ancak birkaç dakika sonra fark edebildi. Perdenin ardından utangaç çocuklar edasıyla çıkıp tekrar kızın olduğu tarafa doğru baktı. Kız hala aynı yerde, aynı şekilde çizimini yapmaya devam ediyordu. Korkmamıştı, çekinmemişti. Umursamaz tavrıyla şarkısını söylüyordu yine. Sadık daha fazla rezil olmak istemediğinden perdeyi kendisini saklayacak kadar çekti ve kızın onu yanlış anlamaması için dua ederek dakikalarca oturdu koltuğunda.
Yolda, sokakta, bakkalda da hiç karşılaşmamışlardı ki... Sadık bir yerde kızı görse, hemen koşup açıklayacaktı durumu. Yanlış anlaşılma olmasını istemiyordu. Kıza kötü amaçla bakmamıştı, bakmıyordu. Tamamen tesadüftü, kötü niyeti yoktu, zararsızdı. Onun içi içini yerken, kızın bu durumu hiç umursamadığını, yine başka bir akşam kızla pencerede göz göze gelince anladı Sadık. O kalp çarpıntısı yaşatan günden yaklaşık bir hafta sonraydı. Sadık korkmadan pencereden dışarı bakabilmeye yeni başlamıştı. Bu bir hafta içersinde kızın evine sırtını vererek oturmaya dikkat etmişti, olur da yine merakına yenik düşer diye.
O akşam, müzik seslerinin geldiği tarafa doğru dönüp baktığında, seslerin kızın evinden geldiğini fark etti. Salonda kalabalık bir arkadaş grubu vardı. Müziğin sesini hayli açmışlar, eğleniyorlardı. Sadık perdenin arkasına saklanıp biraz izledi neşeli gençliği. Kız salonun bir köşesine çizdiği bir portreyi koymuştu. Uzaktan net olarak seçemiyordu Sadık ama kızın çiziminin iyi olduğu belliydi. Zaten salonunda çok eşyası da yoktu, resimlerini koyacak fazlasıyla yeri mevcuttu. Televizyonun karşısındaki kırmızı koltuğa oturan arkadaşları, oyun oynuyorlardı; kızın neşesi yerindeydi. Arkadaşlarına içki servisi yapıyor, neşeyle kahkaha atıyordu. Bazen de bir oğlana sarılıp kulağına bir şeyler fısıldıyordu. Sevgilisi olabilir miydi? Sadık bu çocuğu daha önce hiç görmemişti. Hayır hayır, sevgilisi olamazdı. Eğer öyle olsaydı Sadık mutlaka bilirdi...
Gençler gece geç saatlere kadar eğlenirken, Sadık da balkonda oturmuş tek başına içkisini yudumluyordu. Tek başına bu meredin tadı çıkmıyor ama ne yapsın... Arada gençlere bakıyor, arada bir şeyler karalıyordu önündeki deftere. Yaşlanmıştı işte... Karşı dairede çalan müzikler bile yorucu geliyordu Sadık'a. O kızla arkadaşlık edebilir miydi bu haliyle? Yanında ancak abisi gibi kalırdı. "Boş hayaller kurma Sadık... Boş hayaller... " dedi kendi kendine balkonundan karşı apartmandaki kalabalık gençleri izlerken.
Gece yarısını çoktan geçmiş, kızın arkadaşları yavaş yavaş gitmeye başlamıştı. Kız salondaki ıvır zıvırı topluyordu. Şimdi evde sadece o ve sarılıp kulağına bir şeyler fısıldadığı çocuk kalmıştı. Kız salonu toplayıp, peşinde dolanan çocuğu içeriye gönderdikten sonra pencereye doğru geldi ve o eve taşındığından beri belki de ilk defa perdelerini çekmeye yeltendi. Eli perdeye gittiği sırada kızın gözleri bildiği bir noktaya kilitlendi. Gözleri tereddüt etmeden buldu o noktayı... Sadık'ın diğer tüm geceler gibi, bu gece boyunca da onu izlediğinden emin bir edayla baktı penceresine ve Sadık'ın onu bekleyen gözleriyle karşılaştı yine.
Sadık ise alkolün etkisiyle tepkisizleşmişti. Geçen seferki ani tepkileri veremedi, hiçbir şey yapamadan öylece baktı kıza. Yüzünde de hiçbir değişim olmadığını biliyordu. İfadesiz bir surat... Kız uzunca süzdü Sadık'ı, sonra gözleri uzaklara daldı bir süre ve perdeyi tek seferde çekti. Salonunun mahremiyetini geri almıştı.
Sadık oturduğu yerden kalkamadı önce. Kızla bakışmaları gözünün önünden gitmiyordu. Kız her şeyin farkındaydı demek... Her şeyi biliyordu. Sadık'ın onu izlediğini, ona ilgi duyduğunu biliyordu. Bu geceki bakışının anlamı neydi peki? Neden şimdi kapamıştı perdelerini? Neden bu gece bakmıştı ona uzun uzun? Evine gelen arkadaşı ile sevişeceği için özür mü diliyordu Sadık'tan? Yada o salonda yaşanacak bir şeyi ilk defa Sadık'tan gizlediği için suçluluk mu duyuyordu? Ne de olsa Sadık'ın onu izlediğini en başından fark etmişti kız. Hayatını, özelini Sadık'la paylaşmayı uygun görmüştü. Sadece Sadık'la değil, belki de başka apartman sakinleriyle de...
O gece zihninde canlanan resimler, Sadık'ın uyumasına izin vermedi bir türlü. Kızı ve evde başbaşa kaldığı o çocuğu düşünmeden edemiyordu. Kapalı perdelerin arkasında olan biteni merak ediyordu. Kapanan perdeyle, aslında kızın hayatında hiçbir yeri olmadığını, onun hayatına hiçbir anlamda dokunamadığını ve iki yabancı olduklarını anlamıştı nihayet.
Şimdi, yatağında tek başına dönüp dururken kızı kıskandığını fark ediyordu. Perdeler açıkken sanki o evde ikisi berabermiş gibi saçma bir hisse kapılmıştı. Ancak perdeler kapanınca, kız o evin içinde başka birisiyle başbaşa kalınca, kendisinin manasız bir röntgenciden başka bir şey olmadığını hissetmişti. Kızı tanımıyordu bile; adını dahi bilmiyorken, nasıl kız üzerinde hak iddia edebilirdi ki... Kızı hangi sıfatla kıskanabilir, başka bir adamla yattığı için ona kızabilirdi? Kendi acınası yalnızlığı içinde kurduğu düşün, bir an için gerçek olduğunu sanmıştı. Tam manasıyla bir saçmalık... "Artık sokağa çıkıp kendine gerçek bir sevgili bulsan iyi edersin." dedi kendi kendine. Ama yine de o gece gözünün önünden resimler geçmeye devam etti...
O geceden sonra kız perdelerini yine çekmedi ama Sadık pencerenin kenarında oturmadı artık. Bu acayip alışkanlığına bir son vermeliydi. Kimi zaman kızın ışıklarının yandığına rastlasa da, uzun uzun bakmıyordu hiçbir seferinde. Hele o çocuğu kızın evinde birkaç defa daha gördükten sonra, artık bu pencere faslını kapatmasının en doğrusu olacağını biliyordu.
İLETİŞİM İÇİN:
Yazarın diğer eserleri:
Birileri, 'paylaşmak' mı dedi demin?
Böyle sessiz geçen birkaç haftanın sonunda bir gün, Sadık'ın kapısı çaldı uzun uzun. "Alacaklı mısın be adam!" diye söylenerek kapıya varan Sadık, karşısında duran kişiyi gördüğünde bir an neye uğradığı şaşırdı zira, karşısında duran kız, o kızdı! Karşı apartmandaki uzak mesafeli arkadaşı... İşte, kapısında kadar gelmişti. Tam karşısında duruyordu. Sadık'ın şaşkınlığının geçmesini bekleyen kız, öfkeli bir şekilde konuşmaya başladı:
- Siz misiniz bunu yapan?!
- Efendim?
- Bu iğrenç şakayı yapan siz misiniz diye sordum! Eğer sizseniz bu olayı polise kadar götüreceğim haberiniz olsun. Kimse benim hayatıma karışamaz anladınız mı!
- Ben... Hayır ben anlayamadım.
Kız elindeki kağıt parçasını Sadık'ın yüzüne yüzüne sallıyordu. Sadık bir yanlış anlaşılma olduğundan emin; kızın elinden kağıt parçasını sertçe çekip aldı. Ancak ne olduğunu anlamak için bir süre kağıda boş boş bakması gerekti. Kızın salonunun uzak bir yerden çekilmiş bir fotoğrafıydı bu. Kızın yanında erkek arkadaşı olması muhtemel o çocuk vardı. Kanepede oturuyorlardı. Fotoğrafın altına tehditvari birkaç cümle yazılmıştı. Yalnız başına yaşayan bir kızı korkutup tedirgin edebilecek cümleler... Sadık kaşları çatık halde fotoğrafa bakmaya devam etti bir süre. Bu gerçekten çok çirkin bir şakaydı. Tabi eğer bir şakaysa... Büyük bir yanlış anlaşılmanın kurbanı olmak üzere olduğunu anlayarak hemen durumu açıklamaya koyuldu.
- Böyle bir şeyi hangi terbiyesiz yaptı bilmiyorum ama kesinlikle ben yapmadım. Böyle çocukluklarla uğraşacak vaktim yok hanımefenedi.
- Çocukluk mu! Siz buna çocukluk mu diyorsunuz! Bu küfürleri hangi çocuk yazabilir acaba?! Bu resmen tehdit!
- Evet haklısınız. Polise gitmek de hakkınız. Ancak benden şüphelenmeniz anlamsız çünkü bunu yapan ben değilim.
- Günlerdir evimi dikizleyen sen değil misin be adam!
- Efendim?
- Fark etmediğimi mi sandın? Seni gördüm. Hem de birkaç kere. Bunu sen de biliyorsun. Bak, beni tek başına yaşayan gariban bir kız sandıysan çok yanıldın. Erkek arkadaşımla yaşıyorum ben artık. Onu sakinleştirmek için akla karayı seçtim. Buraya, kapına gelmesini ben engelledim!
- Bir dakika sakin olur musun? Ne söylediğinin farkına var önce. Erkek arkadaşınla yaşamana sevindim. Çünkü gerçekten böyle sere serpe yaşayan bir kızın, tek başına olması biraz riskli bir durum. Seni dikizleme meselesine gelince, seni dikizlemedim. Sadece ilgimi çektin ve merakıma yenik düştüm. Ben sapık değilim. Bu yaptığım yine de doğru bir davranış sayılmaz, tamam. Özür dilerim bunun için. Ama salonunu görebilen tek daire benimkisi değil. Etrafındaki tüm apartmanlardan göründüğünün farkında olmalısın. İlgi çekme ihtiyacın olabilir, bunu anlarım. Ancak belli ki, gerçekten kötü niyetli birilerinin dikkatini çekmişsin.
- İlgi çekmek falan istemiyorum. Ben hayatımı yaşıyorum. Perdemi açıp kapamak sadece beni ilgilendirir.
- Evet, öyle tabi. Ama bazı riskleri olduğu da ortada. Fotoğrafın çekildiği açı benim salonumdan görünen açı değil. Sana suçsuz olduğumu belki ancak böyle kanıtlayabilirim. İçeri girip kendin bak derdim ama bu yanlış anlaşılabilecek bir teklif olur herhalde. Seni korkutmak istemem.
Sadık kızın içeri gireceğine hiç ihtimal vermiyordu fakat kız bir an duraksadı. Sadık'a dikkatlice baktı. Güvenilebilir bir kişi olduğuna kanaat getirmiş olmalı ki, Sadık'ın omzuna çarparak evden içeri girdi bir anda. Doğru salona ilerleyen kız, kapalı perdeleri tek seferde açtı ve salondan dışarı bakmaya başladı. Kendi dairesini buldu gözleri. Uzunca bir süre baktı kendi salonuna. Elindeki fotoğrafı unutmuş gibiydi.
Sadık salonun girişinde, kıza fazla yaklaşmamaya gayret göstererek onu izliyordu.
- Elindeki fotoğrafa bakmayacak mısın?
Kız daldığı düşüncelerden sıyrıldı ve Sadık'a döndü. Sonra elindeki fotoğrafa baktı. Gerçekten de o fotoğraf bu salondan çekilmiş olamazdı.
- Evet, burdan çekilmemiş.
- Sana söyledim.
- Başka bir eve gidip oradan çekmiş olamaz mısın?
- Benim tek evim burası. Başka ev bilmiyorum. Beni tanımıyorsun, benden şüphelenmen normal. Ama inan bana bu saçmalığı ben yapmadım.
- Neden beni izliyordun?
- Neden seni izlememe izin verdin?
- İzin vermedim. Umursamadım sadece.
- İzlememem için de hiçbir şey yapmadın ama. Sana baktığımı bilerek yaşamaya devam ettin.
- Kendini gizlemesi gereken ben değildim. Sen, beni izlememeyi seçmeliydin. Erdemli olan davranış budur.
- Sanırım haklısın. Erdemli bir adam gibi davranamadım. Yalnızlığıma ver. Ne zamandır farkındasın peki?
- Uzun zamandır. Bugüne kadar da kimseye bahsetmemiştim.
- Bugün kime bahsettin?
- Bu fotoğrafı kapımda bulduğumda aklıma ilk sen geldin. Komşulara bahsettim.
- Sanırım linç edilmeyi beklemeliyim. Bunu çevrede yaşayan birkaç it kopuğun yaptığı hiç aklına gelmedi mi peki? Böyle şeylerle uğraşmak için sence de yaşlı değil miyim?
- Genç kızları dikizlemek için yaşlı değilsin ama?
Sadık konuşurken farkına varmadan kıza doğru birkaç adım attı. Ancak kızın korkmuş gibi bir hali yoktu. Ona masum olduğunu ispat etmeliydi. Onu bir sapık olarak tanımamalıydı.
- Seni dikizlemiyordum. Bak, perdelerin ardına kadar açıktı. Her gece! Her gece... Ve ben burada otururum anladın mı? Bak, bu koltuk benim yerimdir. Buraya oturduğumda salonunu istemesem de görüyorum ve.. ve sen hep ordaydın. Hiç kaçmadın. Herkes izlesin diye adeta hep ordaydın, hep ışıklar altındaydın. Ben de merakıma yenik düştüm. Uzakta başka bir hayatı izlemek çekici geldi. Ama asla kötü niyetim yoktu. Ben sapık değilim. İnan bana.
- Bakmak zorundaydın yani?
- Zorunda değildim.
- Ama?
- Ama bakmadan edemedim. Bunu fark ettiğinde tedbirini alabilirdin ama almadın. Rahatsız olmadın. Korkmadın.
- Ben sadece sokağın ışıklarını görmeyi seviyorum.
- Anladım. Mm... Güzel Sanatlar Fakültesinde mi okuyorsun?
Kız çok duyduğu bir soruyla karşılaşmış gibi gülümsedi. Başını hayır anlamında salladı.
- Çizimlerimden dolayı öyle düşündün değil mi? Evime gelen herkes aynı şeyi soruyor. Hayır, Edebiyat Fakültesinde okuyorum ben. Ama resim yapmayı seviyorum.
- İyi çiziyorsun.
- Teşekkür ederim. Sen ne iş yapıyorsun?
- Ben yazarım ve çizerim.
- Hımm bu ilgimi çekti. Güzel iş. Çizimlerimi beğenmene sevindim. Neyse, ben gitsem iyi olacak. İlk geldiğim andaki sinirim için kusura bakma.
- Önemli değil. Anlaşılabilir bir durum. Tanıştığımıza memnun oldum.
Sadık kıza elini uzattı ancak kızı ürkütmemeye halen özen gösteriyordu. Yanlış bir imaj çizmekten hep ölesiye korkardı. Fakat kızın ürkmüş bir hali yoktu, aksine gayet rahat davranıyordu. Sadık'ın salonunda şöyle bir gezinip etrafa baktıktan sonra adamın elini içtenlikle sıktı ve kapıdan çıkıp gitti.
Dışarıda ise, kız yaktığı ateşin farkına varamamıştı. İlk anda verdiği büyük tepkiyle Sadık'ı en önemli zanlı haline getirmiş, çevredeki komşuları buna inandırmıştı. 14. Dairede oturan, kimsenin yakından tanımadığı, sessiz, sakin ve yalnız yaşayan adam; pekala bir sapık olabilirdi. Bir manyak da olabilirdi. Kim bilir ne hasta düşünceler geçiyordu kafasından... Sahi, son zamanlarda evine giren çıkana da hiç rastlamamışlardı. Kız arkadaşı, eşi, nişanlısı, hiçbir şeyi yoktu. Koca dünyada tek başına yaşayan, gece yürüyüşlerine çıkan acayip bir adam...
Sonraki günler ve haftalarda Sadık, komşuları tarafından ağır eleştirilere maruz kalsa da, yönetici tarafından apartmandan çıkarılmak istense de, polis tehditlerine göğüs gerse de, kimseyi masumluğuna inandıramadı. Yan apartmanda yaşayan birkaç öğrenci çocuk vardı. Şüpheyi onlar üstüne çekmek istediyse de, kimse aldırış etmedi. Sadık hayatta en korktuğu kabusun içinde kalakalmıştı. Kendisini insanlara açıklamak zorunda kalmak; karşısındakini ikna etmek için gereken cümleleri seçmek ve tüm masumiyetiyle o cümleleri sıralarken karşısındakilerin inanmayan yüzlerindeki o sahte sırıtışı izlemek... İşte bu Sadık'ı mahvediyordu. Adını temize çıkarmak için çabalıyor ama çabaları hiçbir işe yaramıyordu. Çaba harcamak zaten başlı başına bir stres kaynağıydı onun için. En sonunda kapısına dayanan polisin de tehditvari tavırlarıyla bu olayın başına ciddi bir iş açtığına ikna olmuştu artık. Daha fazla bu saldırıya katlanamayacaktı. Eski, huzurlu, sessiz hayatına geri dönmek istiyordu.
Sadık için haftalar azap ve huzursuzluk içinde geçerken, kızın hayatında değişen pek bir şey olmamıştı. Hayatına sevgilisinin katılması dışında, her şey aynıydı. Komşuları tarafından daha çok hali hatrı soruluyordu yalnızca. Gerçek suçlunun kim olduğunu ise merak etmiyordu artık. Bunca zamandır başka bir tehdit almadığından olsa gerek, bu yapılanı kötü bir eşek şakası olarak nitelendirip hayatına devam etmeye karar vermişti.
Sadık'tan hiç şüphelenmemişti. Hayır, hiçbir zaman onun olduğunu düşünmemişti. Eline onu izleyen gizemli yabancıyla tanışmak için bir fırsat geçtiğinde bunu kullanmaktan çekinmemişti sadece. Ayağına kadar gelen fırsatı tepmek istememişti. O gün tanışmış olduğu adamdan da gayet memnun kalmıştı. Hayal ettiği gibi biri değildi ama çok daha zarif, çok daha ilginç biri çıkmıştı karşısına. Kısa bir an için bile olsa onun salonuna, evine, yaşamına ayak basmaktan memnun olmuştu. İşte bu yüzdendir ki, Sadık'ın taşındığını duyduğunda içine bir hüzün çökmüş, tanıdığı bir ahbabı kaybetmiş gibi üzülmüştü. En çok da ona bir veda bile etmeden çekip gitmesine içerlemişti. Gideceğinin hiçbir işaretini vermeden yok olmuştu günün birinde.
Kız, salonundan yukarıdaki o pencereye bakıp "Kiralık" yazısını gördüğü günden sonra hiçbir gece perdesini açık tutmadı. O günden sonra kimse yalnız yaşayan, çizim yapan, güzel ve özgür kızın salonunu ışıklar altında göremedi...
- Kalamiti (06.02.2015)