top of page

İmlâcı'dan (Orhan E. Özenç) basketbola dair satırlar...

Search

2014 Dünya Basketbol Şampiyonası Türkiye İncelemesi (27 Ağustos 2014 tarihli Porto Riko - Türkiye Ha

  • thegevshek
  • Aug 28, 2014
  • 9 min read

Turnuvanın eli kulağında, başlaması an meselesi. Tüm takımları ve grupları detaylı biçimde incelemek de boynumuzun borcu. Fakat işe, her zamanki gibi, nefsimizden, hanemizden başlamak iktiza eder (İpucu: Diğer ekipler ve grupların incelemesi yarın yapılacak demek ki). Evvela, basına ve seyirciye kapalı şekilde yapılan son hazırlık maçımızı, yani Porto Riko galibiyetimizi inceleyerek başlayalım yazımıza; 94-73 gibi alışık olmadığımız ölçüde çok farklı ve net bir galibiyet ile hazırlık dönemini kapatmış olmak, sevindirici olduğu kadar, düşündürücü de. Soru işaretlerinden ilki, bu skorun, sadece Porto Riko gibi geleneksel olarak hızlı, tempolu basketbol oynamayı seven takımlara karşı mı elde edilebiliyor olduğudur. Sete set hücumlarda, genellikle 24 saniyenin çoğunu kullanan ve topu muhakkak fazla fazla dolaştırmayı esas almış oyun yapımızla, yine benzer şekilde oynayan, veya hızlı hücum edip savunmada bizleri aşırı bunaltmayı amaçlayan takımlara karşı 70 sayıyı zor gördük hazırlık maçları boyunca. Elbette (veya en azından, umarız ki) henüz göstermediğimiz birtakım silahlarımız, farklı ve alternatif hücumlarımız mevcuttur; gelgelelim, patlamayı yine takım oyunuyla mı yapacağımız, sete set mi veya hızlı oynayarak mı yapacağımız, veya birebir yeteneklere dayalı oynanacaksa sazı Emir'in mi yoksa başkasının mı (örneğin, boyalı alanda Oğuz, dışarıda Cedi, vesaire) ele alacağı, henüz meçhul.


Soru işaretlerinden bir diğeri, düşük skorumuzun bir sebebinin de, farkını asıl bu maçta ortaya koyan ve üç senedir Ergin Ataman'ın sistemini iyi bilen bir öğrencisi olan Furkan Aldemir'in (9s 8r 2a) az süre alması olup olmadığıdır. Oynatılınca, oynadığını görüyoruz. Bu maçta elde ettiği rakamlar, Avrupa basketbolu ve böylesi şampiyonalar için oldukça kıymetli rakamlar, ve eğer bu tablo net göstergeyi teşkil edebiliyorsa, takımın ilk beş başlayan 4 numarasının Furkan olmasında hiçbir sakınca olmayacaktır. Yarım triple-double seviyesinde oynayan (4s 4r 4a 1tç) Emir ve Porto Riko ile yaptığımız iki maçta da hızlı ve dolayısıyla da geniş alanda oynama şansı bulan oyun kurucularımız sayesinde, her oyuncumuzun skora 4-9 sayılık bir katkısı olunca, kimse çift hanelere çıkmasa bile, takım skorunun 70-80 sayılarda seyretmesi çok daha kolay oldu ve yine olması muhtemel. Lakin buradaki sürpriz, demin de değindiğimiz gibi, rakibin kim olduğu. Açıkçası mesele sadece oyun tarzı değil, oyunu oynayan oyuncuların kalitesi; mesela ABD de hızlı oyunu tercih eder, ama onlara karşı 80 sayı bulabilmek hiç de kolay olmayacaktır. Ukrayna'nın da grupta bize ortalamanın üzerinde bir savunma baskısı yapacağını öngörebiliriz. Dominik ve Finlandiya'nın ise bize karşı Çanakkale geçilmez cinsinden savunma yapmadan kazanmaları çok zor olacağı için, skorun yine aşağıda kalması ve olası sayı sıkıntılarının, kısır dakikaların aşılmasını sağlayacak sıcak ellerin bulunması, zor olabilir.


Buradan bir sıçrama yaparak, diğer bazı yazılarda sözünü ettiğimiz şeye değinelim: Tanjevic'in seneler geçtikten sonra nihayet takımımıza oturtmayı başardığı ve başarı namına kazandığımız hemen her şeyin temelini teşkil ederek bizi seçkin bir takım adayı haline getiren savunma alışkanlığımızı terk eylemiş durumdayız. Eskiden, önce sıkı savunma yapar, başarılı yaptığımız bir savunmanın ardından, sayı yediğimiz bir savunmaya nazaran çok daha verimli şekilde sayılar bulurduk. Dolayısıyla, hücumumuzun temeli savunma olurdu. Bunun ilk sebebi, modern (1970 sonrası) basketbolda şampiyonlukların kazanılmasında kilit rolün iyi savunma olarak belirlenmesi iken, diğer bir sebebi, bizim için de daha gerçek olan sebebi, takımımızın hücuma dayalı basketbolu oynayacak ve yüksek skorlar elde edecek türde oyuncuları kolay kolay bulamamasıydı. Bu sebeplerde dünden bugüne hiçbir değişme gerçekleşmedi. Velakin, bizim oyun anlayışımız tam tersi yöne döndü. Artık, sağlam bir hücumdan sonra daha sağlam bir savunma yapıp, verimsiz ettiğimiz bir hücumdan sonra daha kötü savunma yapar hale geldik. Yeni anlayış, temele hücumu yerleştiriyor. Fakat oyunumuzun en kısır noktasını ne şekilde açacağımızı bilmeden, ekol değiştirir gibi sistem değiştirmek ne denli akıl kârı bir iştir, kestirmek kolay değil. Zira savunma ağırlıklı/temelli basketbol, konsantrasyonu hep savunmaya yönelmiş, rakibin psikolojisini bozma odaklı oynayan, birebir savunmayı ve adam değişmeli takım savunmasını iyi yapan, rolleri iyi bellemiş kişilere muhtaçtır. Bizim ligimizde yerli oyunculara zaten bu görevler düştüğü için, savunma ağırlıklı basketbolu oynamakta zorluk yaşamıyorduk. Fakat hücum ağırlıklı basketbol, oyun zora girdiğinde bireysel meziyetleriyle oyunun gidişatını değiştirecek birden çok yıldıza/skorere, çok verimli şekilde boş alan yaratma ve pas trafiği sağlamaya, serbest atışların en fazla %20'sini kaçırmaya ve her pozisyonda birden fazla ve farklı türde oyuncunun birbirini ikame edebileceği, tamamlayabileceği ve bir sistem tutmazsa alternatif sistemlere geçişi sağlayabilecek oyunculara muhtaçtır. Ligimizde Orhun Ene, Levent Topsakal, Harun Erdenay, Hüsnü Çakırgil ve İbrahim Kutluay'dan bu yana Türk oyunculara skor yükünü çekme veya başat, elit bir skorer olma rolü/imkanı verilmediği, (bilhassa büyük takımlarda) hücumlar yerli oyuncuların üzerinden oynatılıp şekillendirilmediği için, bizim, takım olarak hücum basketbolu için gereken şartları sağlamamız henüz mümkün değil. İşin doğrusu, bahsi geçen şartların hiçbirisine sahip değiliz. Tek dayanağımız, sistemli, taktiksel ve tıkır tıkır işleyen bir pas alış verişine dayanmış hücumlar, ve işler zora girince, Emir-Cenk ikilisinden mucize yaratmalarını beklemek. Ezcümle, eldeki bu oyuncular eski sistemimizi ve oyun anlayışımızı rahatlıkla devam ettirebilirdi, fakat yeni tabloda durumun kara bulutlarla bezeli olması beni şaşırtmasa da endişelendiriyor. Doğuş'un takımdan kesilmesinin ana sebebi de, bu değişim.


Yeni bir anlayış denenecekse, oyuncularımızın en genç yaşlardan beridir bu yeni sisteme uyum sağlayabilmeleri için, son birkaç senedir U-20 ve U-18 seviyelerinde harikalar yaratan gençlerden çok daha fazla sayıda ismi bu kadroya çağırmanın daha faydalı olacağını düşünüyorum. Dolayısıyla, Samet Geyik, Melih Mahmutoğlu, Doğuş Balbay, Berkay Candan gibi gençlerin kadrodan çıkartılması, bu gençlerin ABD ve (mümkünse) İspanya, Fransa, Arjantin, Brezilya, Litvanya yıldızları ile karşılaşıp eşsiz tecrübeler kazanması ihtimalini kim bilir hangi ahir zamana ertelemiştir, bu zayiatın kefareti nice olacaktır, orasını kimse bilemez. Gerçekten acı bir his. Kadrodan kesinlen diğer bir oyuncu ise, az evvel değindiğimiz üzere, İbrahim Kutluay'dan bu yana, hem şampiyonluk görmüş bir takımda skorerlik rolünde bulunmuş (Beşiktaş), hem de ciddi bir lig takımını play-offa sokarken takımın (ve ligin) en önemli skoreri olmuş (Tofaş) yegane yerli oyuncu olan Serhat Çetin'di. Serhat, takım böylesi yeni bir oyun anlayışını belirlemişken, ve üzerinden set çizilerek skor bulabilecek, elleri sıcak bir şutöre takımımız bu denli muhtaçken, şampiyonaya katılma hakkını kazanamadı. Seçilmemesinin kerameti bilinmez, ama onu da bir zamanların Bekir Yarangüme, Gazi Özkapıcı, Ersin Görkem gibi oyuncuları ile aynı akıbeti paylaşmaya iteklemek, hiç hoş değil. Tıpkı, oyun kurmaktaki verimsizliğe rağmen, basiretli bir oyun kurucu/şutör guard olan Mehmet Yağmur'un son kadroda yer alamaması gibi. Mehmet de, Tutku, Hakan Köseoğlu ve daha nicelerinin kaderini yaşadı bu hazırlık döneminde. Hakkımızda hayırlısı olur umarım.


Elenen isimleri gördük, peki elde kalan kadro ile işler nasıl yürüyecek? İlkin, oyun kuruculara değinelim; Kerem Tunçeri yaşından ötürü artık eski ritminde değil ve hücum basketbolu oynamaya müsait değil. Ama tecrübesi ve tercihleri ile diğer guard'larımızdan önde. Ender Arslan, kanımca hiçbir zaman saf bir oyun kurucu yeteneklerine sahip olmadığı için, kendisinden iki numarada keskin bir nokta şutör olarak faydalanmak, 1 numarada faydalanmaktan daha verimli neticelere gebe olacaktır. Saha görüşü ve meziyetleri bu iki guard'ımızdan daha ileri olan, yetenekleri tartışılmaz, fakat senelerdir kendini, basketbolunu ve en önemlisi özgüvenini geliştirememiş Barış Ermiş, kadrodaki son oyun kurucumuz. Royal Halı G.Antep macerası, bu sene kendisine liderlik ve sorumluluk vasıflarını tekrardan yüklemek için gereken her şeyi Barış'a sağladı. Tek sorun, orada başardıklarını buraya yansıtabilmesi. Eğer milli takımda hücumda o'na sorumluluk verilmeyecekse, Barış'ın, ligimizdeki herhangi ortalama bir guard'dan farkı olmayacaktır.


İki numarada ise göz dolduran, ama henüz mutluluktan göz pınarlarımızı yaşartmayan iki mühim oyuncumuz, hücum liderimiz, Emir Preldzic ve Cenk Akyol, bir de, şimdi ve 2009 ile 2010'da olduğu gibi doğru kullanıldığında takımın gizli dinamosu, jokeri olan Sinan Güler var. Ne Emir ne de Cenk saf birer 2 numara değiller, hem 2 hem de 3 numaralı pozisyonlarda oynayabiliyorlar. Elbette, savunmada ve hücumdaki tercihleri ve başarıları da hangi pozisyonda oynadıklarına göre değişiyor. İnisiyatif ve sorumluluk alması beklenen (ve teknik ekipçe istenen) bu iki oyuncunun ellerinin sıcaklığı, ritimleri, saha görüşleri ve tercihleri, her maç bizim kaderimizi belirleyen başat etken olacak. Zoraki combo guard yapılmaktan çok şükür vazgeçirilen Sinan ise, yine benchten gelip ortalığı dağıtacak, savunmanın altını üstüne getirip dengeleri bozacak. Takımda belki de hücum basketbolu için biçilmiş kaftan olan tek oyuncu Sinan, ve böyle kullanılmaya devam edilmesi, takım için en büyük artı. Cenk henüz İbrahim Kutluay gibi oynamaya başlamadı, ama istese biraz biraz öyle de oynayabileceğini gösterdi bize. Galatasaray'da oynadığı gibi oynarsa, yani birebirleri kullanır, üst düzey bir hücum oyuncusu (misal, Predrag Danilovic) gibi oynayarak bitirici olmayı tercih eder ve sadece nokta şutör olmaktan vazgeçerse, abad oluruz. Verimsiz, istenilen biçimden uzak kullanılmış şut tercihleri sebebiyle birer top kaybına dönüşen kısır hücumlardan kurtulmanın en önemli yolu, Cenk'in İbrahim Kutluay rolünde oynaması, fark yaratması. Emir'in de Naumoski gibi oynamaktansa Fucka gibi, Spanoulis gibi oynamaya başlaması, takımı satmadan, rolünü büyütüp abartmadan, gereken neyse onu yaparak top kullanması, kilit maçları kazanmamızı sağlayacaktır. Bunun en yakın örneği, felaket oynadığı ilk Yunanistan (hazırlık) maçı ile gayet muntazam ve nizami oynadığı son Yunanistan maçı arasındaki farktır. Emir, kadrodaki en zeki ve evvelden kestirilmesi en zor, yetenek yelpazesi en geniş oyuncu. Hemen her yerden pas ve şut çıkartabiliyor, atikliğiyle, özellikle penetre ve turnike denemeleri ile rakip savunmayı kolayca faul problemine sokabiliyor, dolayısıyla kontrollü, gem vurulmuş haldeki güçleri, onu bizim kahramanımız yapar. Aksi halde ise, sadece rakiplerin yüzünü güldürür. Zor bir iş, ama hem hücumda hem de savunmada Emir'in zekasına ve tahmin edilemezliğine çok ihtiyacımız var. Hele ki, hücum basketbolunu esas alıyorken.


Üç numarada, Cenk-Emir ikilisi haricinde, savunmada da hücumda da aksamayan genç Cedi Osman var. O da olmasa, takım idarecilerinin U-20 ve U-18'deki neferlerimizden bihaber olduklarını düşünecektik. Cedi, Emir gibi, ama haddini daha iyi bilerek ve çapını aşmadan oynuyor. Birebirleri ve içeri drive'ları kadar dış ve orta mesafe şutu da istikrarlı ve etkili olursa, Ersan'dan boşalan sürpriz skorer açığını rahatça doldururuz. Çok çabuk, çok atletik ve çevik bir oyuncu olan Cedi'nin diğer bir sıkıntısı, pas trafiği tıkandığında hatalı tercih sayısının başarılı tercihlerinden fazla olması. Zamanla bu da düzelecektir. Ondan bu kupada çok ümitliyim. 2006'da Ersan'ı, 2010'da Sinan'ı konuşan otoriteler, burada Cedi'yi konuşacaklardır.


Gelelim dört numaraya. Emir'in, fiziki yapısı itibariyle gerektiğinde 4 numara da oynayabilmesi olumlu, fakat buranın asıl sahibi o değil. Burada yılların eskitemediği, takımda en verimli ve pozitif oynayan oyuncu konumundaki Kerem Gönlüm ve her top için savaşan yılmak bilmez ruhu var. Yedek başlaması kuvvetle muhtemel. Birinci tercih, Barış Hersek - Furkan Aldemir ikilisinden biri olacak; onlara, yeri geldikçe, ne tam bir 4 numara ne de tam bir 5 numara olamayan Oğuz Savaş eşlik edecek. Oğuz, artık işi çözmüş ve David Andersen gibi istikrarlı bir orta mesafe şutunu repertuarına eklemiş durumda. Zaten bize hücumda en mühim katkısı da bu şutlar ve o şutları durdurmak için boyalı alandan çıkıp Ömer Aşık'ı rahat bırakacak rakip uzunlar olacaktır. Barış Hersek, adeta Mehmet Okur'un 4 numarada ve biraz kısa boydaki hali gibi. Bu sene çok önemli süreler aldı, takımıyla Türkiye Kupası kaldırdı ve istenen kıvama geldi. Savunmada kendinden çok daha uzun-kalıplı-hızlı oyuncuları savunacak kadar zeki, ayakları ile savunma yapan bir oyuncu; hücumda ise hem içeriden hem de dışarıdan skor tehdidi olması cabası. Tek eksiği, istikrarlı bir oyuncu ve istikrarlı bir ribauntçu olmaması. Takımda hücumların kaçta kaçı onun üzerinden oynanacaksa, o da bize o oranda katkı yapacaktır. Bu savın antitezi, yani kendisine top inmese bile ekmeğini taştan çıkaracak olan (fakat top inerse, sorumluluk verilirse tüm takımı bir seviye yukarı taşıyacak olan), sağlam ribauntçu, savunmacı ve hücumcu kimliği ile, Furkan Aldemir'dir. Furkan, neler yapabileceğini bize evvela Galatasaray'da gösterdi, bunu milli takıma yansıtabileceğinin sinyallerini de bu son hazırlık maçında bir kez daha verdi. 4 numaramız zengin, ayrıca birbirlerini tamamlayacak ve çeşitleyecek karakterde oyuncularımız var. Bütün iş, onlardan gerektiği gibi verim alabilmekte.


Son olarak, pivotlara, pardon, pivotumuza değinelim. Enes Kanter'in şampiyonaya gelememesi, bizi tekrardan, takımın tek pivotunun Tamer Oyguç olduğu 90'lı yıllara götürdü. Oğuz, Furkan ve icabı halinde Kerem Gönlüm de pivot oynayabilse de, buranın tek ve gerçek sahibi, Ömer Aşık olacak. Ömer, neredeyse yarısında oynatılmadığı bir sezonun ardından sonlara doğru ritmine, bu yaz da yeni takımına ve morale kavuştu; hazırlık maçları ile birlikte takıma uyum sağladı. Serbest atışlarda artık eskisine nazaran çok daha iyi, bu da, rakiplerin ona ölümüne faul yapıp serbest atış çizgisine gönül rahatlığı ile yollamalarının önüne geçecek. Hücumda ve savunmada ribauntlara gerektiği kadar odaklanması, mümkününce o boyla topu boyalı alan civarında yere vurmadan potaya yönelmesi, boyalı alanda, NBA'de yaptığı gibi, bir zamanlar Tamer'in de yaptığı gibi, dev cüssesi ve kollarıyla arkadaşlarına alan açması, gerektiğinde pas dağıtması, ve hücumda eline top değmese de, hücum ribauntları ile ekmeğini çıkarması, savunmada da diri kalması gerekiyor. Bunları başardığında, hayat bize güzel. O yokken, muadilleri aynı etkiyi yaratamaz. Oyun sistemimiz değişir. Belirgin bir hücum silahı olmayan ve çoğunlukla ikili oyunlar üzerinden asistlerle veya ribauntlarla sayı bulan Ömer Aşık, savunmamızın 'Şeker Duvar'ı, hücumumuzun da Maginot Hattı'dır, olacaktır, olmalıdır.


İdarenin arzuladığı gibi, Keith Langford devşirilebilse, yani Emir yerine Langford ile gelsek, hücum basketbolu oynamamız daha kolay olurdu, fakat savunmamız alarm verirdi. Savunmamız bu halde bile alarm veriyor, ve bize hücumda her pozisyonda doğru şutu yaratacak veya kullanacak kadar üst düzey pasör ve şutör oyuncularımız yok, daha doğrusu böylesi oyuncular hiçbir madalya adayı ülkede yok, ve 90'ların sonundan itibaren nesilleri tükendi desek yeridir. Son örnekleri, Yunan üçlüsü Diamantidis-Papaloukas-Spanoulis'ti, artık onların da devri kapandı. Bu konuda son noktayı şu cümleyle koyabiliriz: Her hücumda sayı bulmanız mümkün değildir, elbette attığınızdan fazlasını kaçıracaksınız ve isabet yüzdeleriniz en iyi ihtimalle genelde %40lar civarında olacak. Bu şutları da tek uzmanlığı şut olan Melih veya ligin en skoreri Serhat kullanmayacak. Fakat aynısı, savunma için geçerli değil. Sayı yemeden periyot geçirilebileceğine, veya bizim bunu yapabileceğimize inanmayan varsa, kendilerine her şeyden evvel Eurobasket 2011'deki Türkiye-İspanya 2. Tur Maçı'nın son periyodunu bir kez daha izlemelerini öneririm (görüntülerini yazının sonunda paylaşıyorum). Bilvasıta, tercihimizi savunmadan değil, hücumdan yana kullanarak, ateşle oynuyoruz.


Evvelki yazılarda değindiğim üzere, nispeten kolay bir grupta yer alacağız bu şampiyonada. ABD maçında galip gelmeyi düşünme cüreti ve kibri, halihazırda sadece İspanya'da mevcutken, bu maça ilişkin galibiyet hayalleri kurmak mantıksız olur. Ukrayna, bu haliyle bizi çok zorlayacaktır, ve muhtemelen de 5-10 sayı farkla yenecektir. Öncelikleri tempolu basketbol oynamak değil, bizim tempomuzu ve iflahımızı kesmek olacak olan Dominik Cumhuriyeti ve Finlandiya'yı da sırasıyla 3 ve 8 sayı civarı farklarla yenmemiz, yukarıda bahsedilen doğruları yapabilmemize bağlı. Yeni Zelanda, tıpkı Bosna-Hersek gibi, kolay atıp kolay yiyen bir ekip, dolayısıyla onlara da Porto Riko ile aynı tarifeyi uygulayacağımızı söyleyebilirim. Bu hesaba göre, gruptan üçüncü çıkarak, D grubunun canı çıkmış 2.si ile oynayacağız. Fakat oradaki rakip kim olur, işler nasıl gelişir, onu şimdiden konuşmak sadece gaflet olur, afaki söz söylenir, laf-ı güzaf edilir. Tek fısıltımız, madalya adayı gibi görünemediğimizdir..


Yaş ortalamamız 28. Bu da bizim, apaçık bir şekilde, yine başarı odaklı oynayacağımızı gösteren son delil. Takımımıza dair en büyük temenni, tüm maçlarımızı kaybetsek bile, maçı sonuna kadar götürmemiz, maça hep asılmamız, canla başla uğraşmamız ve herhangi bir sakatlık olmadan turnuvayı kazasız belasız atlatmamızdır. Daha fazlası için, müsabakaların başlamasını bekleyeceğiz elbette, Millilerimizin incelemesinden şimdilik bu kadar. 12 Dev Adam'ı Dev bir Takım haline getirecek her türlü başarıyı dileriz kendilerine...


(28 Ağustos 2014)


 
 
 

Comments


Öne Çıkan Yazılar
Eski Yazılar
Arşiv
Etiket İle Arama
Bizi Takip Edin
  • Facebook Basic Square
  • Twitter Basic Square
  • Google+ Basic Square

İLETİŞİM İÇİN:

Başarıyla iletilmiştir!

OLASI TAKİPLER İÇİN

  • Facebook Classic
  • Twitter Classic
  • c-youtube

© 2013 by İmlâcı (Orhan E. Özenç) Tüm hakları saklıdır.

bottom of page